GERÇEK AŞK
..::
2 ::..
Bu alemi
aydınlatan güneş, bir parçacık yaklaştı mı, her şey
yandı gitti! Fitneyi, kargaşalığı ve kan dökücülüğü
araştırma, Şems-ı Tebrizi'den bundan fazla bahsetme.
Bunun sonu yoktur; sen yine hikayeye başla, onu
tamamlamana bak.
(Hekim)
dedi ki: "Ey padişah, evi halvet et, yakını da
uzaklaştır.Köşeden , bucaktan kimse kulak vermesinde ben
bu cariyecikten bir şeyler sorayım."
Oda boşaltıldı,
Hekim ile hastadan başka kimsecikler kalmadı. Hekim
tatlılıkla yumuşak yumuşak dedi ki: "Memleketin neresi?
Çünkü her memleket halkının ilacı başka başkadır. O
memlekette akrabandan kimler var? Kime yakınsınız; neye
bağlısınız? Elini kızın nabzına koyup birer birer
felekten çektiği cevir ve meşakkati soruyordu.
Bir adamın
ayağına diken batınca ayağını dizi üstüne kor. İğne ucu
ile diken başını arar durur, bulamazsa orasını dudağı
ile ıslatır. Ayağa batan dikeni bulmak bu derece müşkül
olursa, yüreğe batan diken nicedir? Cevabını sen ver!
Her çer çöp (mesabesinde olan,) gönül dikenini göreydi
gamlar, kederler; herkese el uzatabilir miydi?
Bir kişi,
eşeğin kuyruğu altına diken kor. Eşek onu oradan
çıkarmasını bilmez, boyuna çifte atar. Zıplar,
zıpladıkça da diken daha kuvvetli batar. Dikeni çıkarmak
için akıllı bir adam lazım. Eşek, dikeni çıkarabilmek
için can acısı ile çifte atar durur ve yüz yerini daha
yaralar. O diken çıkaran hekim üstaddı .
Halayığın her
tarafına elini koyup muayene ediyordu. Halayıktan hikaye
yolu ile dostların ahvalini sormakta idi. Kız, bütün
sırlarını hekime açıkça söylemekte, kendi durağından,
efendilerinden, şehrinden ve şehrinin dışından
bahsetmekteydi.
Hekim kızın
anlatmasına kulak vermekte, nabzına ve nabzının atmasına
dikkat etmekte idi. Nabzı kimin adı anılınca atarsa
cihanda gönlünün istediği odur(diyordu). Memleketinde ki
dostlarını saydı, döktü. Ondan sonra diğer bir memleketi
andı. "Memleketinden çıkınca en evvel hangi memlekette
bulundun?"dedi.
Kız bir şehrin adını söyleyip geçti. Fakat yüzünün
rengi nabzının atması başkalaşmadı.Efendileri ve
şehirleri birer birer saydı;o yerleri, yurtları,
oralarda geçirdiği zamanları, tuz, ekmek yediği kişileri
tekrar tekrar söyledi.Şehir şehir, ev ev saydı döktü,
kızın ne damarı oynadı, ne çehresi sarardı.
Hekim şeker
gibi Semerkand şehrini soruncaya kadar kızın nabzı tabii
haldeydi fazla atmıyordu.Semerkand'ı sorunca nabzı attı,
çehresi kızardı, sarardı. Çünkü o, Semerkad'lı bir
kuyumcudan ayrılmıştı.O hekim, hastadan bu sırrı elde
edip o dert ve belanın aslına erişince:"Onun semti hangi
mahallede?" diye sordu. Kız, "Köprü başında, Gatfer
mahallesinde" dedi.
Hekim,
"Hastalığının ne olduğunu hemen anladım. Seni tedavi
hususunda sihirler göstereceğim;Sevin, ilişik etme, emin
ol ki yağmur çimenlere ne yaparsa ben de sana onu
yapacağım;Ben, senin gamını çekmekteyim, sen gam yeme;
ben sana yüz babadan daha şefkatliyim;Aman, sakın ha, bu
sırrı kimseye söyleme; padişah senden bunu ne kadar
sorup soruştursa yine sakla;Sırların gönülde gizli
kalırsa o muradın çabucak hasıl olur;dedi.
Peygamber
demiştir ki: "Her kim sırrını saklar ise çabucak
muradına erişir." Tohum toprak içinde gizlenince, onun
gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir. Altın
ve gümüş gizli olmasalardı... madende nasıl musaffa
olurlar, nasıl altın ve gümüş haline gelirlerdi? O
hekimin vaadleri ve lütufları hastayı korkudan emin
etti. Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder, içten
gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem
ehlinin vaadleri akıp duran, eseri daima görünen
hazinedir. Ehil olmayanların, kerem sahibi
bulunmayanların vaadleri ise gönül azabıdır.
Ondan sonra hekim, kalkıp padişahın huzuruna gitti.;
padişahı bu meseleden birazcık haberdar etti. Dedi ki:
"Çare şundan ibaret: bu derdin iyileşmesi için o adamı
getirelim. Kuyumcuyu o uzak şehirden çağır, onu altınla,
elbise ile aldat." Padişah, hekimden bu sözü duyunca
nasihatini, candan gönülden kabul etti. O tarafa
ehliyetli, kifayetli, adil bir iki kişiyi elçi olarak
gönderdi.
O iki bey, kuyumcuya padişahtan muştucu olarak
Semerkand'e kadar geldiler. Dediler ki: "Ey lütuf
sahibi üstad, ey marifette kamil kişi! Öğülmen şehirlere
yayılmıştır. İşte filan padişah, kuyumcubaşılık için
seni seçti. Zira (bu işte) pek büyüksün, pek kamilsin.
Şimdilik şu elbiseyi, altın ve gümüşü al da gelince de
padişahın havassından ve nedimlerinden olursun."
Adam çok malı,
çok parayı görünce gururlandı, şehirden çoluk çocuktan
ayrıldı. Adam neşeli bir halde yola düştü. Haberi yoktu
ki padişah canına kastetmişti. Arap atına binip sevinçle
koşturdu, kendi kanının diyetini elbise sandı.
Ey yüzlerce
razılıkla sefere düşen ve bizzat kendi ayağı ile kötü
bir kazaya giden. Hayalinde mülk, şeref ve ululuk.
Fakat Azrail "Git evet, muradına erişirsin" demekte!
O garip kişi
yoldan gelince, hekim onu padişahın huzuruna götürdü;
Güzellik mumunun başı ucunda yakılması için onu,
padişahın yanına izzet ve ikramla iletti.
Padişah onu
görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti.
Sonra hekim dedi ki: "Ey büyük sultan o cariyeciği bu
tacire ver ki visali ile iyileşsin, visalinin suyu o
ateşi gidersin."
Padişah, o ay
yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştakını
birbirine çift etti. Altı ay kadar murat alıp murat
verdiler. Bu suretle o kız da tamamen iyileşti.
Ondan sonra
hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın
karşısın da erimeye başladı. Hastalık yüzünden
kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun
derdinden azat oldu, ondan vazgeçti. Kuyumcu,
çirkinleşip hastalanınca kızın gönlüde yavaş yavaş ondan
soğudu.
Ancak zahiri
güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir. Onlar nihayet
bir ar olur. Keşke kuyumcu baştan başa ayıp ve ar
olsaydı, tamamı ile çirkin bulunsaydı da başına bu kötü
hal gelmeseydi! Kuyumcunun gözünden ırmak gibi kanlar
aktı, yüzü canına düşman kesildi.
Tavus kuşunun
kanadı, kendisine düşmandır. Nice padişahlar vardır ki
kuvvet ve azametleri helaklerine sebep olmuştur.
Kuyumcu,"Ben o
ahuyum ki göbeğimin miskinden dolayı bu avcı, benim saf
kanımı dökmüştür. Ah ben o sahra tilkisiyim ki postum
için beni tuzağa düşürüp tuttular, başımı kestiler. Ah
ben o filim ki dişimi elde etmek için filci benim kanımı
döktü. Beni benden aşağı birisi için öldüren, kanımı
döken; bilmiyor ki benim kanım uyumaz! Bu gün bana ise
yarın onadır. Böyle benim gibi bir adamın kanı nasıl
zayi olur?
Duvar gerçi (günün ilk kısmında yere) uzun bir gölge
düşürür; fakat o gölge, gölgeyi meydana getirene avdet
eder.
Bu cihan
dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine
bizim semtimize gelir" dedi.Kuyumcu bu sözleri söyledi
ve hemen toprak altına gitti.
O cariyecik de aşktan ve hastalıktan arındı, tertemiz
oldu. Çünkü ölülerin aşkı ebedi değildir, çükü ölü
tekrar bize gelmez.
Diri aşk ruhta
ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur. O
dirinin aşkını seç ki bakidir ve canına can katan
şaraptan sana sakilik eder.
O 'nun aşkını
seç ki bütün peygamberler, onun aşkı ile kuvvet ve
kudret buldular, iş güç sahibi oldular. Sen "Bize o
padişahın huzuruna Varmaya izin yoktur" deme. Kerim olan
kişilere hiçbir iş güç değildir.
O adamın, hekimin eliyle öldürülmesi, ne ümit içindi
ne korkudan dolayı. Tanrının emri ve ilhamı gelmedikçe
hekim onu padişahın hatırı için öldürmedi.
Hızır'ın o
çocuğun boğazını kesmesindeki sırrı halkın avam kısmı
anlayamaz.
Tanrı tarafından vahiy ve cevaba nail olan kişi her
ne buyurursa o buyruk, doğrunun ta kendisidir. Can
bağışlayan kişi öldürse de caizdir. O, naibdir eli tanrı
elidir.
İsmail gibi
onun önüne baş koy. Kılıcının önünde sevinerek gülerek
can ver. Ki Ahmed'in pak canı, Ahad'la ebediyse senin
canında ebede kadar sevinçli ve gülümser bir halde
kalsın. Aşıklar, ferah kadehini, güzellerin elleri ile
öldürdükleri vakit içerler.
Padişah o kanı
şehvet uğruna dökmedi. Suizanda bulunma münakaşayı
bırak. Sen onun hakkında kötü ve pis iş işledi deyip
fena bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak
bir hale gelince bu berraklıkta bulanıklık ve tortu
kalır mı, süzülüş suda tortu bırakır mı?
Bu riyazatlar,
bu cefa çekmeler, ocağın posayı gümüşten çıkarması
içindir.İyinin kötünün imtihanı, altının kaynayıp
tortusunun üste çıkması içindir.
Eğer işi tanrı ilhamı olmasaydı o, yırtıcı bir köpek
olurdu, padişah olmazdı. Şehvetten de tertemizdi,
hırstan da, nefis isteğinden de. Güzel bir iş yaptı,
fakat zahiren kötü görünüyordu.
Hızır denizde
gemiyi deldi ise de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık
vardı. O kadar nur ve hünerle beraber Musa'nın vehmi,
ondan mahçuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkışma. O,
kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur,
sen ona deli adı takma. Onun muradı Müslüman kanı dökmek
olsaydı kafirim, onun adını ağzıma alırsam! Arş kötü
kişinin öğülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli
şeylerden korunan kişi de kötü methedilince, metheden
kişi hakkında fena bir zanna düşer.
O padişahtı,
hem de çok uyanık bir padişah. Has bir zattı, hem de
tanrı hası. Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse onu,
iyi bir bahta eriştirir,en iyi bir makama çeker
yüceltir.Eğer onu kahretmede yine onun için bir fayda
görmeseydi; o mutlak lütuf nasıl olurda kahretmeyi
isterdi?
Çocuk
hacamatcının neşterinden titrer durur, esirgeyen ana ise
onun gamından sevinçlidir. Yarı can alır, yüz can
bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu
verir. Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama
çok, pek çok uzaklara düşmüssün; iyice bak! |