Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez.
(Tirmizî, Sünen, Fiten 9)



EHLI TARIKIZ BİZ

birahim dussuki den öğütler

Yeni Sayfa 1

İBRÂHİM DÜSÛKÎ'DEN ÖĞÜTLER
(ET-TABAKÂTÜ'L-KÜBRÂ'DAN)


- TERC. Dr. M. ERDOĞAN BAŞ

..:: 1 ::..

   ŞEYH ÂRİF-İ BİLLÂH İBRÂHİM DÜSÛKÎ (K.S.) HAZRETLERİ
   Kısa Hayatı
   Hicrî 633'te aşağı Mısır'da doğdu. Ömrünün çoğunu orada geçirdi ve bundan dolayı Düsûkî diye tanındı. Babası Ebü'l-Mecd Abdülaziz, Rifâî tarîkatında önemli bir mevki sahibi idi.    Şeceresi Zeynelâbidin, Hz. Hüseyin ve Hz. Fatıma ile Hz. Peygamber'e ulaştığı için, seyyittir.
   İbrâhim Düsûkî eğitimine Düsûk'ta başladı; Kur'an'ı ezbeledi; Şafiî fıkhında derinleşti, fakîh oldu. Sonra babasından Rifâiyye hırkasını giydi. Daha sonra Sühreverdî şeyhlerinden Necmeddin Isfahanî'ye intisap etti. Şâzeliyye tarîkatına da bağlıydı.
   Düsûkî hazretleri mutasavvıflar tarafından dört büyük kutuptan biri kabul edilir. Diğer üçü ise Abdülkadir Geylânî, Ahmed er-Rifâî ve Ahmed el-Bedevî'dir. İbrâhim Düsûkî yirmi yıl kadar halvethânesinde mücâhede ve tefekkürle meşgul oldu. Halvethâneden ancak babasının cenaze namazını kılmak için çıktı. Tekrar buraya dönmek istediyse de dostlarının recâsı üzerine vazgeçti.
   Hicrî 676 yılında kırk üç yaşında iken vefât etti, kendisinden sonra vazifeyi kardeşi Şeyh Mûsâ'ya devretti, o da Düsûkî'nin yolunu bir tarikat haline getirdi. Vefât ettiğinde halvethanesine defnedildi.1
   Düsûkî hazretleri şeriata çok bağlı idi. "Müridin her konuda şeyhine bağlı olması gerektiği gibi, şeyhin de müridine evlâdı gibi muamele etmesi gerekir" derdi. Helâl yemeye, hak-hukûku gözetmeye ve şeriatın hükümlerine bağlı kalmaya büyük önem verirdi. Şeriatla hakîkatı, zâhirle bâtını birleştirmenin gerekli olduğunu söylerdi. Hakikatı, tasvir ve ifâde olarak değil, zevk ve yaşama olarak kabul ederdi.
   Düsûkî hazretlerinin esrarengiz yönleri de vardı. Nitekim onun Süryânî, İbrânî, ve eski Mısır dillerini bildiği, hayvanların ve kuşların lisanından anladığı rivâyet edilir. İmam Şarânî (k.s.), et-Tabakâtü'l-kübrâ adlı eserinde onun hangi dille yazıldığı belli olmayan bir kaç mektubunu nakletmektedir .
   İmam Şarânî bu büyük zâtı şu sözleriyle metheder:
   "Himmete muhtaç olanların şeyhlerinden ve mukarrabînin önde gelenlerinden idi. Açık kerâmetleri vardı. Üstün basîret ve makama, yüce himmetlere, büyük rutbelere, melekûtî sırlara ve ulvî kelamlara sahipti.
   O marifet ilminde yüksek dereceye, hakîkat ilminde üstün makama, yüce âlemde büyük rutbeye, kaynak ilimlerde güçlü bir bilgiye, tasarrufta büyük yetkiye, âyetlerin hakîki manalarını çözmede keşfe, müşâhede âlemine ait sırları anlamada kat kat bilgiye sahipti.
   O, Yüce Allah'ın yarattığı müstesnâ bir insandı. Allah onu adetâ insanlara rahmet olarak yaratmış; gerek avâm, gerek havâs herkese sevdirmiş, kendisine tasarruf yetkisi ve velâyet sırrı vermiş, bütün gözleri ona çevirmiş, marifet ilmiyle kendisini konuşturmuştur. Allah kendisinden razı olsun. Onun, tarîkat ehlinin dilinden düşürmediği pek çok yüce kelâmları vardır".

 
  Hakîki mürşid
   Mürşid müctehid değilse, onun müridi iflâh olmaz. Çünkü kendisi uyursa müridi de uyur, kendisi ibâdet ederse müridi de ibadet eder. İnsanlara ibâdeti emreder, kendi ibâdeti ise bâtıldır, onları bâtıldan sakındırır, kendisi bâtıl işlerin peşinden koşar. Böyle yapan bir kimseye gülerler, sözlerine kulak asmazlar.
   İnsanlar kendisine gelip "Bize nasîhat et, bir-iki misâl ile bizi irşat et" dediklerinde onlara şöyle derdi:
   Kendisi himmete muhtaç bîdede
   Nerde kaldı gayrıya himmet ede
   Müridin şeyhine karşı tutumu
   Mürid, şeyhinin huzurunda bulunursa onun emri ile konuşmalıdır. Onun izni olmadan aslâ konuşmamalıdır. Şayet şeyhinin huzurunda bulunmazsa, kalbiyle ondan izin istemelidir. Ancak bu şekilde vuslat makamına ve Allah'a ulaşılabilir. Şeyh, müridinin bu edeplere riâyet ettiğini görünce, onu terbiye eder, terbiye suyundan ona kana kana içirir, ilâhî ve manevî sırlarla kendisini gözetir.
   Mürşidine karşı güzel edebe riâyet etmek ne büyük saâdet!
   Bu edeplere riâyet etmemek ne kötü şekâvet!
   Allah gizli olarak ibâdet edeni, gizli-açık her şeye muttali kılar.
   Kim istikâmet yolunu tutarsa, her çeşit şüpheden ve ihtilafdan kurtulur.
   Kim Rabb'inin huzurunda kalbiyle gaybet âlemine dalarsa, gayâleminde bulunduğu bu müddet içerisinde mükellef tutulmaz. Şehâdet âlemine çıktığı zaman, kaçırdığı ibâdetlerini kazâ eder. Bu, mübtedîlerin yani daha işin başında olanların halidir. Mürşid-i kâmillere gelince, bu hüküm onlar için geçerli değildir. Onlar, ibâdetlerini edâ etmek için Allah tarafından serbest bırakılırlar.
   
   
Müridlere tavsiye

   Her kim şeriatle amel eden, hakîkat ehli, temiz, nâmuslu ve şerefli bir müslüman olmazsa, sulbümden gelen oğlum bile olsa, evlâtlarımdan değildir. Müridlerimden her kim de şeriate, hakîkate, tarîkate, diyânete, kendini maddî-manevi günahlardan korumaya, zühde, veraya ve aza kanaate sımsıkı sarılırsa, en uzak memlekette bile olsa, evlâtlarımdandır.
   Bir defasında kendisine "Ne istersin?" diye soruldu,
   "Allah Teâlâ ne isterse ben de onu isterim" diye cevap verdi.
   Allah'a kulluk eden herkes, gereği gibi bu kulluğun tadını alamaz. Her hizmet eden de gereği gibi âdâbıyla hizmet edemez. Bundan dolayı çoğu mürid, gayret etmesine rağmen, bu yolda mesâfe alamadı.
   Ey evlatlarım! Size daima Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Zira siz, kurbanlık koç gibi bu dünyayı terketmek zorundasınız.
   Ey alev alev ateşin derilerini yakacağı insanlar!
   Ey kendileri için bıçağın bilendiği kimseler!
   Kendinizi ve ailenizi cehennem ateşinden koruyunuz.
   Bütün insanlara karşı şefkat ve merhamet
   Bir kimse bütün insanları sevmedikçe, onlara karşı şefkatli davranmadıkça ve onların ayıplarını örtmedikçe kâmil bir insan olamaz. Bunlara dikkat etmeyen ve kâmil olduğunu iddia eden kimse yalancıdır.
   Hiçbir kimseyi hareketlerinden, elbisesinden, yemesinden ve içmesinden dolayı kınamayın.    Çünkü, şeriatın açıkça nehyettiği yasakları çiğneyenin dışında, kimse kınanamaz, ayıplanamaz. Zira bu kınama yalnızlığa, yalnızlık da kulun, Rabb'inin lütfundan uzak kalmasına sebep olur.
   İnsanlar kısımlara ayrılırlar:
   1) Yola yeni girmiş olanlar (mübtedî),
   2) Seçkin (hâss) kullar,
   3) Seçilmişlerin seçilmişi olan (havâssulhâs) kullar
   4) Allah'a vâsıl olanlar.
   Yüce Allah bazı insanlara, bazıları sebebi ile rahmet eder.
   Bu yolda kuvvetli ile zayıf yarışamaz.
   Allah'ın veli kulları bazen yağmur gibidir, bu onların merhametli olduklarını gösterir; bazen de kılıç gibidir, bu da onların gazap taraflarının olabileceğine işaret eder. Bundan dolayı bir Allah dostu yüzünüze güldüğü zaman ona karşı saygıyı terkedip şımarmayın, ciddiyet ve edebinizi muhafaza edin.

    Şeriat-Hakîkat
   Şeriat kök, hakîkat ise onun dalıdır. Şeriat meşru olan bütün ilimleri içerisinde toplar. Hakîkat ise gizli ilimleri câmidir. Bütün makamlar şeriat ve hakikatte gizlidir.
   Mürid farz, vâcip ve sünneti edâ edecek kadar ilim öğrenmelidir. Bütün işi fesâhat ve belâgatla uğraşmak olmamalıdır. Zira bunlar asıl maksada ulaşmaya mani olabilirler. Buna mukabil mürid, sâlihlerin yollarını araştırmalı, onlara uymalı ve zikre devam etmelidir.
Erkeklerden tam erkekler bulunduğu gibi, yarım ve dörtte bir olan erkekler de vardır. Yine onlar arasında kemâle ermiş ve Allah'a ulaşmış olanlar da vardır.

    Havâssın tevbesi
   Havâssın yani Allah'ın en seçkin kullarının tevbesi, mâsivâyı gönülden çıkarmaktır. Havâss olanlar, tevbe ederek terk ettikleri bir davranış ve söze dönüp bakmazlar. Çünkü onlar, tevbe etmekle içlerine benlik duygusu girmesinden korkarlar. Yine onlar "ben, ben" demekten son derece sakınırlar.
   Hülâsa onlar bütün hareketlerini kontrol altında bulundururlar.
   Ey müridim! Himmetini cem et, dikkatini topla. Tarîkatı ancak bu yolla tanıyabilirsin. Hangi makamda bulunursan bulun, önüne bir perde gerilebilir, ancak sen bütün bu perdeleri yırtmalısın. Zira Allah'tan başka her şey boştur.
   Sen bir kimseden yüz çevirirsen o da senden yüz çevirir. Eğer Allah'tan yüz çevirirsen, Allah da senden yüz çevirir.
   Ey oğulcuğum! Beni boş şeylerle meşgul etme. Kalıbından kalbine geç. Ona göre hareket et.


    ____________
   1.Hayatı, TDV İslâm Ansiklopedisi Desûkî maddesinden alınmıştır, c.9, s.212-213.

 

Seher vakti
   Kim seher vakitlerinde kalkar ve istiğfara devam ederse, Allah ona bütün nur pencerelerini açar, yakınlık (kurbiyet) âleminden kendisine manevî lezzetler tattırır, kalbinde mana âlemine ait güneşler ve aylar doğar.
   Ey gönlümün yavrusu! Sana söylediklerimi yap ki, kurtulanlardan olasın.

    İsm-i azam
   Nice insan vardır ki, ism-i a'zamı okur da manasını anlamaz. Halbuki Allah dostlarından biri bir ağaca dokunur da ağaç meyve verirse ancak o ismin hürmetine verir, yalçın kayalardan su akarsa ancak onun hürmetine akar, vahşî bir hayvan bir Allah dostuna teslim olursa ancak onun hürmetine olur, bir velî yağmur ister ve yağmur da yağarsa ancak onun hürmetine yağar.
   Bir mürid Allah'tan başka hatırına gelen her şeyi terketmedikçe, bu yolda mesâfe katedemez.
   Ah aradaki perde bir kaldırılsa da a'mâ harf ve zarf olmayan harfi bir okusa, kendisine kapalı olan sırları ve düğmelenmiş düğmeleri bir çözebilse, kilidi bir açabilse!... Şevkim daha ilerisini arzu etse de, istediğim işte bu zâtlardır.
   Yaptığı iş ve söylediği söz Allah'ın rızasına uygun olmayan kimseye, tevhid makamı kapalıdır.
   Hiçbir velî, makam arzusu dahil, mâsivâyı terketmedikçe Rabb'ine varamaz.
   Eğer Rabb'in ile birlikte olmak istersen, bütün insanlar için iç âlemini kötü düşünce ve kötü niyetten temizle.

    Azîmet-Ruhsat
   Ey oğlum! Şeytanın ruhsatlarla ilgili verdiği fetvâlardan ve azîmetle amel ederken seni ruhsatla amel etmeye sevketmesinden sakın. Çünkü o, ruhsatın meşrû olduğunu fısıldayarak, azgınlığa ve isyana sevkeder. Özellikle şeytan seni mahzurlu şeyelere soktuktan sonra şöyle der: "Bu iş senin için mukadderdir, sen kim oluyorsun ki, her şey Allah'ın elindedir?". Bu sözlerle Allah'ın yolundan saptırmak ister. Eğer onun dediklerini yaparsan külliyyen helâk olursun.
   Ey oğulcuğum! Bil ki: Yüce Allah sana ancak Nebî (s.a.v.)'e tâbi olmanı emretti, dünya ve âhirette zarar verecek her şeyi yasakladı. Bütün bunlara rağmen neden hâlâ O'na muhalefet ediyorsun?
   
   
İcâzet hakkında
   Ey oğulcuğum! Eğer bir kâğıt parçasından ibâret olan olan icâzet ile iktifâ ediyorsan, şunu bil ki, senin icâzetin ancak güzel hâlin ve ihlâsındır. İcâzet almış bir kimse, insanların günahlardan en çok uzak duranı, en çok namaz kılanı, en oruç tutanı ve Allah'ı en çok zikredeni olmalıdır. Kul hizmete devam ettiği müddetçe, Rabb'i onu diğer kullarına tercih eder. İşte hakiki icâzet budur. Eğer şeyhlik iddia eder ve Rabb'ine isyan edersen, Rabb'in sana şöyle der: "Yazıklar olsun sana, haya etmiyor musun, nerde kaldı senin bize yakınlık sözün, bizimle birlikte olabilmek için neden kirli elbiselerini yıkamadın (neden tevbe etmedin)? Ne kadar da mideni haramla doldurmuş, günah işlemek için adımlar atmışsın, beni sevenler saf halinde geceleri geçirirken, ne kadar da uyumuşsun, sen ancak bir iddiacı ve bir yalancısın".
   Yolumuzda nefsini meşhur eden, yolumuzun hakkını yerine getirmeyen ve bizimle alay eden herkesin Allah hasmıdır.
   Kim bu yolda hâinlik ederse helâk olur. Kim de sözlerimizden ibret almazsa, kervanımızda yürüyemez, bizi hakkıyle bilemez. Biz, evlâtlarımızdan ancak kâmil Hakk yolcusu ve iyi huylu olanları severiz. Böyle olan evlâdımıza sır da veririz.
   Ey evlâtlarım! Allah'ınızı severseniz yolumuzu kötülemeyin, bu hakîkatlerle oynamayın, hilekârlık yapmayın, hakk ile bâtılı karıştırmayın, ihlâslı olun ki, kurtulabilesininz. Sizi sevdikçe ve diğer insanlardan sizi seçtikçe siz de bizi üzmeyin, yolumuza kötü söz atmayın. Terbiye ve nasîhat konusunda nasıl size hakkınızı ödüyorsak, siz de dinleyerek ve öğüt alarak bizim hakkımızı yerine getirin. Ben size ancak Rabb'inizin emrettiklerini emrediyorum. Bunlar benim değil, Allah'ın emirleridir. Eğer ahdinizi bozarsanız bilin ki, bu bozduğunuz ahd Allah'ın ahdidir.    Bizden sadece icâzet belgesi alma niyetinde iseniz, bizim size ihtiyacımız yoktur. İstediğiniz yere gidebilirsiniz

    Karşılıksız irşat
   Ey evlâtlarım! Mallarınıza dokunmama, mîrâsınızı almama, ellerinizde bulunan dünyalık ile elbisemi kirletmeme konusunda Allah'a bey'at ettim. Dinleyiniz ve itaat ediniz. Mallarınız konusunda benden ve cemaatim içerisinde ihlâslı olanlardan emin olabilirsiniz. Allah'tan, diğer evlâtlarımın da ihlâslı olmasını istiyorum. Onlar da böyle ihlâslı olurlarsa kardeşlerine şefkatte ve nasîhatte bulunurlar, mallarına da dokunmazlar
   Her kim ölümünün itaat üzere olmayacağını ümit ederse helâk olmuştur. Zira bütün taatlarımız Allah'ın ihsanı cümlesindendir. Bizim ortada hiçbir katkımız yoktur.
   Ey oğulcuğum! İnsanların ve cinlerin ameli kadar amelin olsa bile "ben" demekten sakın, zira Allah ben iddiasında bulunanları acz içerisinde bırakır. Benlik davasında isen maddî-manevî derecen düşer, bunu unutma.
   
   
Halvet
   Bir yolunu bulsaydık, insanların gözünden kaybolmak için, halvete girerdik. Zira zamanımızda kalpler hasta, ciğerler parça parçadır. Dedi-kodunun çoğaldığı bu zamanda sığınılacak ve kaçacak yer lâzımdır. Fakat bu zamanın insanları ile bizi imtihan eden Allah işlerimizi düzenliyor, sonsuz güç ve kudretiyle yardımını eksik etmiyor.
   Her kim nefsini hesaba çekmekten gâfil olursa telef olur, eğer nefsini hesaba çekmekte acele etmezse hezimete uğrar.
   Allah Teâlâ bir velî kulunu belâ ile imtihan ederse, onu mânâ erleri derecesine yükseltmek ister. Eğer Allah dostu sabreder, kızmaz, yumuşak huylu, cömert ve affedici olursa Allah onu daha yüksek derecelere yükseltir. Bunlara riâyet etmezse onu bulunduğu yerde bırakır, derecesini yükseltmez.

    Kerâmet
   Allah'a âsî olmayan bir insan kerâmet eseri olarak vahşî hayvanların sırtında gezmeye başlasa, onun bu hareketi Allah'ın rızasına uygun degildir. Bundan dolayı bu hayvanlar, o insanı sımsıkı yakalayıp eziyet etmek için, Allah'ın kendilerine kuvvet vermesini isterler. Bu insan kuşlara ve vahşî hayvanlara uğrasa bu hayvanlar onu görmekten Allah'a sığınırlar, suya uğrasa su da bu insanın kendisinden içmesini istemez, hülâsa her şey ondan kaçar, Allah'a iltica eder.
   Ümmet-i muhammede kılıç çeker ve harbelerinizi onların kanı ile kirletirseniz, Allah'ın sizin için ekin bitirmesini ve mememlerin süt vermesini nasıl talep edebilirsiniz?
Bir Allah dostu Allah'a yönelişinde sadâkat üzere devam ederse, artık ona buğz eden sevmeye, onunla ilişkide bulunmayan kendisini ziyaret etmeye ve ondan hoşlanmayan övmeye başlar. Ama mücrim ve münâfik hâlâ onu sevmemeye devam eder.

    Günlük dersi terketmek
   Bir mürid bir gün virdini bırakırsa Allah da o gün ona yardımını keser.
Ey evlâtlarım! Biliniz ki: Yolumuz hakîkate erme, tasdîk, doğru sözlülük, çalışma, amel, maddî-manevî temizlik, gözleri haramdan sakınma, eli, edep yerini ve dili koruma yoludur. Her kim bunlara riâyet etmezse, istese de istemese de yolumuz onu reddeder.
   Kur'an'ı ezberlemek ve hükmü ile amel etmek
   Ey Kur'an'ı ezberlemiş olan Kur'an hâmili! Onunla amel etmiyorsan sırf ezberlemekle sevinme. Zira Allah (c.c.) "Tevrat'ı ezberleyip içindekilerle amel etmeyenlerin durumu, kitapları yüklenmiş merkeplerin durumu gibidir" (Cuma, 62/5) buyurmaktadır. Sen, Kur'an'da bulunan bütün hükümlerle amel etmedikçe merkep olmaktan kurtulamazsın ve onda bulunan bütün harfler aleyhinde şâhitlik eder.
   Ey evlâtlarım! Bu kadar aldanma, aldatma, oyun, eğlence, cehâlet, hevâ, iftirâ, cimrilik, sözünde durmama, yanılgı, unutma, gaflet, hata, günah, yalan, bıkkınlık nedendir? Nice nasîhatlar dinlersiniz, ibret alıp düzelmezsiniz. Sanki ölüler gibi olmuşsunuz.
   Eğer Hakk Teâlâ hazretleri kalplerinizdeki kilidi açsaydı, Kur'an'daki hayret uyandıran hususları, hikmetleri, manaları ve ilimleri anlar, onun dışındakilerden müstağnî olurdunuz. Çünkü mevcûdatla ilgili bütün hususlar onda yazılmıştır. Yüce Allah şöyle buyurur: " Biz bu Kitap'ta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" (En'âm, 6/38). Allah her kime bu Kitap hakında bir anlayış verirse her harfin manasını, sebebini, sıfatını da kendisine öğretir. Bu kimse bu harflerle ulvî ve süflî âlemlere ait bilgilerin yanında Arş, Kürsü, semâ, su, yıldızlar, hava ve yeryüzü ile ilgili ilimleri de öğrenir.
   Şeriata ve Kitab'a tâbi olan kimse eğer emir ve yasaklara vâkıf ise anlayışı da hakîki olur. O bu hakîki anlayışı ile bütün müşkülleri çözer, bütün rumuzları halleder ve bütün kapalılıkları açar. Ama onun anlayışı sadece söz ezberlemek ve bazı zâtların makamını öğrenmekten ibaret ise, bu hakîki anlayış sayılmaz; aksine hakîki anlayışa ve hakîki ilimleri öğrenmeye perde olur. Bütün işi sadece laf üretmekten ibaret olan kimse anlayan, amel eden ve irfan lisânı ile konuşan kimse gibi değildir. Müşâhede makamına ulaşan bir çok insan vardır ki, kendisinden o makamın anlatılması istendiğinde anlatamaz, o ancak yaşanır.
   Bütün bunlardan kastım tüm evlâtlarımın laf üreten değil, tadan ve hakîkatı yaşayan kimseler olmaları; ilimleri sadırlardan ve satırlardan değil, rabbânî kaynaktan almalarıdır. Çünkü Allah dostları ancak tattıkları şeyleri söylerler. Onların kalpleri Allah'ın lütfu ve ihsanı ile doludur. O kalplerden âb-ı hayat damlaları akar. İşte, Allah dostlarının ilimleri bütün ilimlerin kaynağı olan ilâhî kaynaktan gelir.
   Laf üretene gelince o sadece başkasından hikâye eder, Allah dostlarının yaşadığı zevkten bir nokta veya bir zerre istifâde edemez. Ona şöyle nidâ idilir: "Bu o kimsedir ki, bu aldanma dünyasında kabukla (kışırla) yetindi, halbuki biz öyle insanlar gördük ki, testere ile biçilseler bile ulaşamadıkları makamları aslâ anlatmazlardı".

    Tasavvuf konusunda söz söylemek
   Ey evlâtlarım! Size birisi tasavvuf, marifet ve muhabbetten sorarsa, Allah dostlarınınki gibi işleriniz düzgün olmadıkça ona dilinizle cevap vermeyiniz. Sizden biriniz dînî emirleri yerine getirip amelde de sâdık olduğu zaman, dili faydalı şeyler söylemeye başlar. İşte bu onun sadâkatinin bir semeresidir. Kim özünde ve sözünde dosdoğru ve ihlâslı olduğunu iddia edip de kendisinde edeb ve tevâzuun semeresi görülmezse yalancıdır, ameli riyâ ve gösteriştir. Onun bu kötü ameli, kendisi istese de istemese de ancak kibir, ucub, nifak ve kötü ahlâka sebep olur. Allah muhafaza buyursun.
   Tasavvuf sadece yün giymekten ibaret değildir. Yün, belki tasavvufun alâmetlerinden biridir. Tasavvufun asıl önemli yönü, tasavvuf ehlinin, tasavvufun ince noktalarına ve güzelliklerine uymasıdır. Bu da hemen olmaz, tedrîcen olur. Sûfi, tasavvufun hakîkatına ulaştığı zaman, sert elbise giyemez. Çünkü o, letâfet makamına ulaşmış, iç âlemine dönmüştür. Onun için ayrılık da bitmiştir.
   Mürid ise böyle değildir. O, nefsini terbiye etmek ve onu Mevlâ'ya boyun eğdirmek için, sert elbise giyebilir, lâtif olmayan gıdalardan yiyebilir. Böylece mürid yüksek makamlara hazırlık yapmış olur. Manevî perde inceldikce, elbise de incelmeye başlar.

 

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol