TASAVVUFUN DOĞUŞU
Cenâb-ı
Hak, insanoğluna ihsân ettiği sonsuz nîmetlerine
ilâveten:
نَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِى
"Rûhumdan
(kudretimden bir sır) üfledim"1
buyurarak, kendi katından bir cevheri ikram etmekle, ona
kıymetlerin en yücesini lutfetmiştir. Buna mukabil
olarak da onun, Zât-ı Ulûhiyyet'ine muhabbet sûretiyle
kullukta bulunmasını, neticesinde de mârifetten nasîb
alarak, vuslata ermesini murâd etmiştir.
Hak Teâlâ, kullarını hidâyete ulaştırmak için, insana
birtakım üstün vasıflar lutfetmiştir. Buna ilaveten bir
de, aralarından müstesna yaratılışlı, vahye mazhar olmuş
bazı kullarını peygamber olarak vazifelendirmek
sûretiyle onlara ihsanda bulunmuştur. Peygamberlerin
olmadığı zamanlarda ise, verese-i enbiyâ olan sâlih
kullarıyla bu lutfunu devâm ettirmiştir.
Rabbin insanlığa müstesna bir yardımını ifâde eden
peygamber gönderme keyfiyeti, bütün insanlığı şümûlüne
alabilmesi için Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ile
başlamıştır. Hazret-i Âdem, hem ilk insan ve hem de ilk
peygamberdir.
Bu mübârek hidâyet yolu, ilâhî kudret akışları içinde
bir nûr şerâresi hâlinde müteselsilen gelen yüz yirmi
bin küsur peygamberle te'yîd ve takviye edile edile,
insanlığın kaydettiği terakkîye muvâzî bir tekâmül
kazanmıştır. Devrin husûsiyetlerine ve muhâtapların
seviyelerine uygun bir teblîgatla devâm edip giden bu
silsile, nihâyet son peygamber Hazret-i Muhammed -sallâllâhu
aleyhi ve sellem-'de kemâline erişip âzamî zirveye
ulaşmıştır.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-,
nûruyla Hazret-i Âdem'den önce, cismâniyetiyle bütün
peygamberlerden sonra zuhur etmekle, nübüvvet takviminin
ilk ve son yaprağı olmuştur. Yâni risâlet takvimi,
varlığın ilki olan Nûr-i Muhammedî ile başlamış, son
yaprağı da "Cismâniyet-i Muhammedî" ile nihâyet
bulmuştur. Dolayısıyla O, zaman itibariyle son,
yaradılış itibariyle ilk peygamberdir.
Bütün mevcudâtın varlık sâikı, nûr-i Muhammedî
olduğundan , Cenâb-ı Hak Hazret-i Peygamber'i "Habîbim"
hitabına mazhar olacak bir liyâkatte yaşatmıştır.
Rabbimiz, O'nun müstesna ve mûtenâ hayatını zâhiren ve
bâtınen en güzel bir şekilde terbiye ederek, bütün
insanlığa bir armağan olarak lutfetmiştir.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'in sîreti ve
mübarek şahsiyeti, sırf insan idrâkine sığabilen
tezahürleri ile dahî, beşerî davranışlar manzûmesinin en
ulaşılmaz zirvesini teşkil eder. Zîrâ Allâh -celle
celâlühû- O mübarek varlığı, bütün insanlığa bir "Üsve-i
Hasene" yâni en mükemmel bir ahlâk numûnesi kılmıştır.
Bundan dolayıdır ki, O'nu insan topluluğu içinde acziyet
bakımından en altta bulunan "yetim çocukluk"tan
başlatarak, hayatın bütün kademelerinden geçirip, kudret
ve salâhiyet bakımından en üst noktaya, yâni devlet
reisliği ve peygamberliğe kadar yükseltmiştir. Tâ ki
beşeriyet kademelerinin herhangi bir yerinde bulunan
herkes, O'ndan kendileri için en mükemmel fiilî
davranışları örnek alıp, kendi iktidar ve istîdâdı
nisbetinde bunları gerçekleştirmeye meyledebilsin.
Esâsen Cenâb-ı Hak, O'nun, bi'setinden (peygamber
olarak gönderilişinden) itibaren dünyânın sonuna kadar
gelecek bütün insanlara bir örnek teşkil ettiğini beyân
buyurmaktadır:
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ
حَسَنَةٌ
لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا الله َ وَالْيَوْمَ الآخِرَ
وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا
"Andolsun
ki, sizin için; Allâh'a ve âhiret gününe kavuşacağını
uman ve Allâh'ı çok zikreden (mümin)'ler için
Rasûlullâh'ta en mükemmel bir örnek (üsve-i hasene)
vardır." (el-Ahzâb, 21)
Bu demektir ki bütün insanlık, îmânî ve ahlâkî -daha
umûmî bir tâbirle- tasavvufî davranış mükemmelliğine
ulaşabilmek için o mübârek varlığın hayat ve
faâliyetlerini lâyıkıyla öğrenmek mecbûriyetindedir.
Öğrendiklerini kendi istîdâdı nisbetinde taklîde
yönelmeli ve zamanla tahkîke ulaşmayı hedeflemelidir. Bu
ise, O'na duyulan muhabbet ve O'nun rûhâniyetine
bürünebilme nisbetinde gerçekleşir. O'nunla duygulanıp
feyz-yâb olmada sayısız rûhânî nasip ve tecellîler
vardır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve
sellem-'in örnek şahsiyet ve kalbî hayatından tâkatimiz
kadar nasib alabilmek, O'nun ahlâkıyla ahlâklanabilmek,
dünya ve âhiretteki şereflerin en yücesidir.
Âlemlerin Rabbi, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve
sellem- Efendimiz'i zâhiren ve bâtınen en güzel bir
fıtratta yaratıp terbiye etmiştir ki O, bu ilâhî
terbiyesini:
"Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi ne güzel
kıldı." (Süyûtî, Câmiu's-Sağîr, I, 12) sözleriyle ifâde
buyurmuştur.
___________
1.Hicr Sûresi, 29.
|