Namazın İç Anlamı
Prof. Dr. Mehmet Demirci
Namaz kılmak İslam'ın şartlarından ikincisi ve ibadetlerin en
önemlisidir. Günde beş vakit olarak her müslüman için farzdır. Beş vakit
namaz tek başına ve topluca (cemaatle) kılınabilir. Namaz kılmak için
yapılan câmiler İslam mimarisinin en önemli yapılarıdır. Haftada bir cuma
namazları topluca camilerde kılınır. Yılda iki defa kılınan Bayram namazları
da aynı şekilde toplu olarak kılınır. Cemaatle kılınan namazlar dînin
sosyalleşmesinin en belirgin örnekleridir.
Bir hadiste: "Evimizin önünden akan bir nehir olsa, günde beş defa
bu nehirde yıkansanız, üzerinizde kirden pastan hiç eser kalır mı? İşte beş
vakit namaz böyledir, günahları siler süpürür."1 buyrulmuştur.
Yani namaz insanın ruhunu yıkar, kalbini saf ve temiz hale getirir.
Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle, yerdeki ve gökteki bütün varlıklar
Allah'ı tesbih ederler, (İsra 17/44) yani kendi dilleriyle O'na ibadet
halindedirler. İşte namaz onların hepsinin ibadet şekillerini içinde
toplamaktadır. Metafizik bir bakışla, dağların dikey, hayvanların yatay
vaziyette; bitkiler kökleriyle besinleri aldıkları için onların da başları
aşağıda olarak, hal diliyle fiilen Allah'a ibadet ve tâatte bulundukları
söylenebilir.2
İnsan namazda kıyamda iken dikey, rükûda yatay bir halde bulunur.
Secdede ise başı yerdedir. Bu sonuncu halde iken Allah'a âzamî derecede
yaklaşır. Secde vaziyeti insanın Rabbine en yakın olduğu haldir. İnsan Allah
karşısında maddî olarak ne kadar eğilir ve küçülürse, mânen o nispette büyür
ve yücelir.
Namaza başlama tekbiri sırasında "Allah'ü Ekber" diyerek elini
kaldıran insan sanki şunu demek ister: "Ben şu anda bütün dünyevî kaygıları
ve maddî düşünceleri, kısacası Hak'tan gayri her şeyi elimin tersiyle arkaya
atıyor ve yüce Mevlâ'nın huzuruna çıkıyorum." Bu niyet ve duyguyla ibadete
başlayan kişi; namaz sırasında Allah'a tam bir yakınlık içinde olacaktır.
Onun için "Namaz mü'minin mîracıdır."3 buyrulmuştur. Mîraç
sırasında Sevgili Peygamberimiz nasıl ki, Allah yakınlığının son noktasını
yaşamışsa, müslüman için de namaz, Allah'la beraber olmanın yoludur.
Kur'an-ı Kerim'de namazın kötülüklere engel olacağı belirtilir
(Ankebut 29/45). Namaz kıldığı halde ahlâksız davranışlardan geri kalmayan
kimse, büyük ihtimalle zamanla düzelecektir. Bunun örnekleri az değildir.
Namazın özü: a) Allah'ın huzurunda kalbin huşu ile yani saygı ve
korku ile dolması, b) Dil ile Allah'ın anılması, c) Bedenle O'na âzamî
derecede tâzim ve saygı tavrı sergilenmesinden ibarettir. Bu üç unsur öteki
dinlerin ibadetlerinin de özü sayılır. Bu üçü arasında en önemli olan ise
birincisidir. Dilsiz kimse ikincisini, kötürüm kimse de üçüncüsünü yerine
getiremeyebilir. O halde namazda özün özü kalpteki Allah'a yöneliş, O'na
olan sonsuz saygı ve sevgi duygusunu canlı tutuştur.4
Allah'ı seven ve sayan O'nun emirlerine uyup yasaklarından
kaçacaktır. Sahibini ahlâksızlık sayılan tutum ve davranışlardan
vazgeçirmeyen namaz faydasızdır. Kur'an'da gaflet içinde ibadet edenler için
"Yazıklar olsun o namaz kılanlara" "(Mâun Sûresi) buyrulur. Hadiste: "Nice
namaz kılanlar vardır ki, kıldıkları namazdan ellerine geçen sadece
uykusuzluk ve zahmettir."5 denir. Yunus Emre şöyle der: "Bir kez
gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi elin yüzün
yumaz değil."6
Kur'an-ı Kerim' de namaz "zikir", yani Allah'ı anma, O'nu hatırlama
olarak da ifade edilir (Ankebut 29/45). Bir kimsenin namazı, o sırada
Allah'ı hatırlaması ölçüsünde değer taşır. Gaflet içinde kılınan namaz
şeklen namaz olsa bile, gerçek namaz olmaktan uzaktır. Bununla birlikte
namaz sırasında bir an bile Allah'ı hatırlayıp, kendini O'nun huzurunda
hissetmek dahi bir başarıdır. İnsan namaz kılarken en azından böyle bir
huzur ânını yakalamayı düşünmelidir. Bu büyük bir mutluluktur. Bu ânın
başlama tekbiri sırasında yakalanması daha uygun ve kolay olur.
Gerçek namaz mîrac olmaya aday namazdır. Gündelik namazlarımız onun
taklidi sayılır. Özlenen o asıl namaza ulaşabilmek için ihlâs ve samimiyetle
gayret göstermeye devam etmelidir. Hep aynı noktada çakılıp kalmak, bir
gelişme göstermemek hoş değildir. "İki günü biri birine eşit olan
ziyandadır."
Namazdaki hareketleri ve taşıdıkları mânâları biraz daha yakından
ele alalım. İ. Hakkı Bursevi başlama tekbiri alırken iki elin birden
kaldırılmasını şöyle yorumlar: "İşin gerçeği şudur: Sağ el âhiretten, sol el
dünyadan ibârettir. Elleri kaldırmak ise, dünya ve âhiret ilgisini elden
çıkarıp arka tarafa atmak ve her ikisi sebebiyle de büyüklenmeyi yok etmek
anlamını taşır." Aynı müellifimiz, abdesti mâsivâdan ayrılmak, namazı ise
Hakk'a kavuşmak olarak değerlendirir (Vudu ki mâsivâdan infisal, salât ki
Hakk'a ittisaldir).7
Namazda ilk okunan dua olan "Sübhâneke" kelimesinin anlamı "Allahım
seni tesbih ve tenzih ederim, sen en yücesin, sen en büyüksün" demektir. Bu
düşünce ve duygularla Allah'a yönelen kul, O'nu içinde duymaya çalışır.
Daha sonra "Fâtiha" suresi okunur. Burada Rab'la bir konuşma söz
konusudur. Önce Allah'a hamt edilir. O'nun âlemlerin Rabbi olduğu, her şeyin
sahibi ve hâkimi bulunduğu belirtilir. "Yalnız sana kulluk ederiz." denir.
Bu, tasavvufta "fark" makamının ifadesidir. Daha sonra "Yalnız senden yardım
dileriz." denir. Bu ise "cem" makamının simgesidir.8 Yani bana
kulluk etme imkan ve gücünü veren de sensin demektir. O halde: "Ya Rab, ben
sana sığınıyorum. "Bizi sırât-ı müstakîme (doğru yola) ilet." diye dua ve
niyazda bulunulur.
Bir kudsi hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: "Ben namazdaki Fâtiha
suresini kulumla kendi aramda yarı yarıya bölüştürdüm, kulumun istediği
onundur." der ve şöyle devam eder: Kul "Elhamdü lillâhi Rabbi'l'âlemîn"
dediği zaman, Allah: "Kulum beni senâ etti" der. Kul: "Mâliki yevmiddîn"
dediği zaman, "Kulum beni övdü" der. Kul "İyyakena'budu ve iyyakenestain"
dediği zaman: Allah: "Bu kulumla benim aramdadır ve kulumun istediği
hakkıdır" der. Kul: "İhdine'ssırâta'l-müstakîm sırâtallezine en'amte aleyhim
gayri'l-mağdubi aleyhim ve le'ddallîn" dediği zaman Allah: "İşte bu
kulumundur ve kulumun istediği hakkıdır" buyurdu."9
"Rükû" eğilmek demektir. Allah'a saygının, Onun büyüklüğünü itiraf
etmenin fiilî şeklidir. İnsan aziz (izzet sahibi, değerli) bir varlıktır.
Başka fâni varlıklar karşısında eğilmek ona yakışmaz. Allah'ın huzurunda
eğilip, kulluğun sâdece O'na âit olması gerektiğini bilenler, başkaları
önünde eğilmezler. "Hakîkî hürriyet ubûbiyyettedir."10 Bir tek
kapıya, yani yalnızca Allah'a kul olmasını bilenler başka kulluklardan;
insana, paraya, mevkiye, şöhrete kul olmaktan yakalarını kurtarmış olurlar.
Rükûda Allah'ın azamet ve yüceliği dile getirilirken, doğrulunca da
şükrün O'na mahsus olduğunu belirten sözler söylenir. Bir hadiste Allah'ın
bu sözleri işittiği müjdesi verilir.11
Secde hâlinin, namazda insanın Allah'a en yakın vaziyet olduğuna
evvelce değindik.12 Namazın sonunda okunan "Ettahiyyâtü" duasıyla
ilgili şöyle bir görüş vardır: Bu dua, Miraç'ta Hz. Peygamber'le Yüce Allah
arasında geçen bir konuşmanın hâtırasıdır.13 O mutlu anda
Resulullah "Her türlü selâmın, duanın, güzelliğin Allah'a yönelik olduğunu"
söyler. Allah da: "Ey Peygamber selâm/esenlik, rahmetim ve bereketim sana
olsun." diye mukabelede bulunur. Bunun üzerine Hak Resûlü: "Esenlik ve
güzellikler aynı zamanda Tanrı'nın iyi kullarının da üzerine olsun." der. Ve
şehâdet kelimesiyle duasını bitirir.
Namazın mü'min için mîraç olduğunu söylemiştik. Namazını bu
duygularla kılabilen kişi, Tahiyyat duasını okurken, onun anlamını da
düşünerek aynı şuur ve aynı düşünceyi kafasında, gönlünde canlandırmaya
çalışır.14 Böylece Rabbiyle konuşmasını devam ettirmiş olur. Bir
hadiste, namaz sırasında Allah'ın kıble ile bizim aramızda olduğu
belirtilir.15 Burada elbette maddî bir keyfiyet söz konusu
değildir. Okuduğu sure ve duaların mânâlarını da göz önünde bulunduran kişi,
namazda Rabbiyle karşı karşıyaymış, O'nunla konuşuyormuş gibi bir yakınlık
duygusu hissetmeye çalışmalıdır.
Bu seviyeyi yakalayamamak namazdan vazgeçmeyi gerektirmez. Gönül
ehli şöyle diyor: "Önünde beklediğiniz kapıyı cevap almak için çalınız.
Cevap gelmeyince vazgeçen muhtaç değil demektir. Bu durumda ev sahibi ona
ilgi göstermez. Bu yüzden namaz terkedilirse mânevî kayıp büyük olur."
Namazda Allah'ın huzurunda bulunduğunun farkında olmayan ve aklı
fikri ticaretinde veya başka dünyevi işlerinde takılıp kalan kimse, gerçek
anlamda namaz kılmış sayılmaz. Hz. Ali'nin, bacağına saplanan bir okun
çıkarılması sırasında, onun vereceği acıyı hissetmemek için namaza durduğu
ve o esnada çıkarma ameliyesinin yapıldığı söylenir.16 Gerçekten,
zihin daha önemli bir şeyle ciddi şekilde meşgul olursa, fiziksel acılar
duyulmaz.
Bu yönden namazın öteki ibadetlerden farklı bir özelliği vardır.
Namaz kılan kimse, görünüş olarak da başka hiçbir şeyle meşgul olamaz.
Namazı onu diğer işlerden alı kor. Meselâ oruç tutan bu sırada alış veriş
yapabilir, Hac ibadetinin yapıldığı günlerde de bu mümkündür. Namaz
sırasında ise bu kabil şeyler söz konusu değildir. Yûnus Emre şöyle der:
"Bir dona kan bulaşacak yumayınca mismil olmaz / Gönül pası yumayınca namaz
edâ olmayısar."17
İsmail Hakkı Bursevî beş vakit namaz için şöyle bir sıralama yapar:
Sabah namazı sırr 'ın payıdır. Çünkü o, gecenin karanlığına yakın bulunması
dolayısıyla, öteki namazlara göre "gayb"tır. Nitekim "sır" da sair kuvvelere
göre gaybdır.
Öğle namazı rûh 'un payıdır. Çünkü ora rûhun zuhûru miktarınca tam
zâhir oluş vardır. Ruh âlem-i halktandır. Zira her ne kadar bizzat
görülmezse de, uzuvlar ve kuvvelerdeki tezahürleri cihetiyle eserleri
müşahede edilir.
İkindi namazı kalb 'in payıdır. Çünkü o orda namazdır, nitekim kalb
de uzuvların ve kuvvelerin ortasındadır. Bunun içindir ki "Kalb iyi olduğu
zaman bütün ceset iyi olur, o bozulduğu vakit bütün ceset bozulur."18
Akşam namazı, kendisinde nurun batması dolayısıyla nefs'in payıdır.
Nefs, "emmâre" mertebesinde karanlık ve siyahtır. "Levvame"de karanlığı
hafifler. "Mülheme"ye intikal ettiği zaman aydınlanmaya başlar. Nihayet
"mutmainne" olunca onun hali, güneşin doğuşu sırasındaki insan durumuna
benzer.
Yatsı namazı, tabiat 'ın payıdır. Çünkü yatsı, tabiatın
vasıflarından olan uyku vaktidir.19
Sufî müfessirimiz, namaz vakitlerini meleklerin kanatlarına
benzetir, insanın onlarla mâna âleminde uçtuğunu söyler. Cesedi göklere
yükselmeye yetmeyen için mânevî mîrâcı tahsil etmek üzere namaz konulmuştur.
Mânevî kanat maddî kanattan daha güçlüdür. Namaz rekâtları, organların
hareketine muhtaç bulunmak itibâriyla her ne kadar maddî bir görünüme
sahipse de, sahip oldukları hususlar ve onlardan hâsıl olan neticeler
manevîdir.
Namazda asıl olan "iki rekât" olarak kılınmasıdır. Bu da Allah'ın
Cemâl ve Celâl'ine işarettir. Daha sonra bu iki rekât üzerine bir veya iki
rekât ilâve edilmiştir. Şöyle ki:
Sabah namazı iki rekât olarak farz kılınmıştır. Öyle bir vakitte
ki: Bir taraf gecedir, gece Zâtî Celâl mertebesi olan "Lâ taayyün"
mertebesine işaret eder; bir tarafı gündüzdür. Gündüz vücûdî ve hakîkî Cemal
mertebesi olan "Taayyün" mertebesine işaret eder. Ayrıca sabah namazının
birinci rekâtı Celâl mertebesine, ikinci rekâtı Cemâl mertebesine işarettir.
İki rekâtın toplamının birliği, kendisinde bu iki mertebenin toplandığı
Kemâl-i Zâtîye işarettir.
Akşam namazı sabah namazının aksidir. Çünkü Ahadiyyet-i câmia onda
gizli bunda açıktır. Nitekim akşamda birinci rekât Celâl'e, ikincisi
Cemâl'e, üçüncüsü ise Kemâl-i câmia işarettir.
Yatsı namazı, dört rekâtıyle "Lâ taayyün"e işarettir. Burada
gecenin vücûdu için celâl mertebesinde bilkuvve; zat, isimler, sıfatlar ve
fiiller olarak dört taayyün söz konusudur.
Öğle namazı, dört rekâtı ile gündüzün vücûdu için cemâl-i ilâhî
mertebesinde bilfiil aynı dört taayyüne işarettir.
İkindi namazı, dört rekâtı ile, bu vakitte başkalaşma (tegayyür)
olduğu için bilfiil cemâl-i kevnîye işarettir. Bu tasnifte bir ölçüde namaz
vakitlerinin özelliğine de değinildiği görülür.20
Müellifimiz namazın sonundaki selâmlar hakkında şu beyanda bulunur:
"Namaz kılan, vuslat ve cem'in ancak tevhid ile gerçekleşeceğine işaret
olmak üzere, namaza tekbirle girer; ayrılık ve fark'ın ikilikte olacağına
işaretten namazdan iki selâmla çıkar. Tevhîde girdiği zaman vuslat âlemine
girmiş olur. Buradan namazın maddî şekli ile elde edilen mânevi mîracın
değeri anlaşılmış olur. Bunun için Peygamber (as), daimî mîraçta olmasına
rağmen "Bizi rahatlat ey Bilâl!"21 buyurmuşlardır."
Serrac'a (ö.378/988) göre namazda kıyam edebi, Allah'ın huzurunda
bulunma şuurudur. Kıraat edebi, Kur'an âyetlerini gönül kulağıyla
dinliyormuş gibi, yahut da Allah'a okuyormuş gibi bir duyguyla okumaktır.
Rükû edebi, Allah'ı yüceltmek, kendisini bir toz zerresi gibi görmek, "Semiallahü
limen hamideh" sözünü Allah'ın işittiğini bilmektir. Secde edebi, Allah'a en
yakın olma halini hissetmek ve O'nu aziz bilmektir.22
Hucviri (465/1072) namazın şartlarıyla ilgili olarak şu yorumları
getirir: "Zahirde necâsetten, bâtında şehvet ve süfli arzulardan arınmak ve
temizlenmektir. Zahirde elbiseyi necasetten temizlemek, bâtında bu elbiseyi
helâl yoldan temin etmektir. Zahir kıblesi Kâbe, batın kıblesi Arş, sırrın
kıblesi müşahededir. Nefs mücahedesi ile uğraşmak namazdaki kıyam gibidir.
Zikr-i dâim namazdaki kıraat gibidir. Namazda huşûun şartı sağında solunda
kimin bulunduğunu bilmemektir."23
DİPNOTLAR: 1. Müslim, Mesacid, 283. 2. Bu konuda bk. M. Hamidullah,
İslama Giriş, 85; A. Avni Konuk, Fususu'l-Hıkem Terceme ve Şerhi, IV, 337,
İstanbul, 1992. 3. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IV, Yûnus suresi 10.
âyetin tefsiri. 4. Bk. Şah Veliyyullah Dehlevî. Huccetullahi'l-Baliğa. I,
286, çev. Mehmet Erdoğan, İz Yayıncılık, İstanbul, 1994; S. Uludağ, age, 82.
5. İbn Mâce, Sıyam, 21. 6. Yunus Emre Divanı (M.Tatçı), 133. 7. İsmail Hakkı
Bursevi, Kitâbü'n-Netice II, 62, Hazırlayanlar: Ali Namlı - İmdat Yavaş,
Însan Yayınları, İstanbul ,1997. 8. Kuşeyrî, Risâle, çev. Süleyman Uludağ,
155, Dergâh Yayınları, İstanbul 1978. 9. Müslim, Salât, 37; İbn Arabî,
Mişkâtü'l-Envâr, çev. Mehmet Demirci (Nurlar Hazînesi), 98-100, İz
Yayıncılık, 2. baskı, İstanbul, 1994. 10. Bk. Kuşeyrî, Risale terc.
"Hürriyet" bahsi, s.316. 11. Müslim, Salât, 62; Nurlar Hazinesi, 98, 12.
Müslim, Salât, 215. 13. Bk. Ahmet Naim, Tecrîd-i Sarih terc, II, 876.
Tahiyyat duasının bu mânâda yorumu için bk. Halûk Nurbaki, Tek Nur, 144,
İstanbul 1989. 14. Bk. Sühreverdi, Avârifü'l-Maârif, çev. H.Kâmil Yılmaz -
İrfan Gündüz (Tasavvufun Esasları) s. 393, Erkam Yayınları, İstanbul 1989.
15. Buhari, Salât, 33; Tecrid-i Sarih terc. II, 353. 16. Benzeri bir olay
için bk. Hucviri, age, 441. 17. Yunus Emre Divanı (M.Tatçı), 56. Beytin
yorumu için bk. Mehmet Demirci, Yunus Emre'de İlâhî Aşk ve İnsan Sevgisi,
127, 2. baskı, Kubbealtı neşriyatı, İstanbul, 1997. 18. Buhari, İman, 39;
Müslim, Müsakat, 20. 19. İ.H.Bursevî, Ecvibe-i Hakkıyye, vr. 49/a-b,
Süleymaniye K. Es'ad Efendi no. 152/2. 20. Bursevi, Ecvibe, vr. 53/a 21. Ebu
Davud, Edeb, 86; Ahmed b. Hanbel, V, 371. 22. Ebu Nasr Serrac et-Tûsî, el-Luma,
çev. H. Kâmil Yılmaz (İslam Tasavvufu), 160, Altınoluk Yayını, İstanbul,
1996. 23. Hucviri, Keşfü'l-Mahcub terc; (Hakikat Bilgisi) 436.
Kaynak: Altınoluk Dergisi