İskat-ı Salât (Namaz Borcunu Düşürme) Meselesi
Kazaya kalmış beş vakit farz namazlarla vitir namazlarının
bağışlanması umudu ile yapılan bir sadaka verme işlemine "İskat-ı Salât"
denilmektedir. Şöyle ki: Mükellef bir insan, farz ve vitir namazlarını, ima
ile dahi olsa yerine getirmeye gücü olduğu halde, eda veya kazayı
yapmaksızın ölse, bunların düşürülmesi için (bunların manevî sorumluluğundan
kurtulması ümidi ile) bunlara karşı ödenmek üzere malının üçte birinden
harcama yapılmasını vasiyet etmesi gerekir. Buna göre ölünün geriye
bıraktığı malın üçte birinden namazlar için fidye (bedel) verilir. Böylece
bağışlanması için Yüce Allah'a dua edilir.
İskat-ı Salât (namazların düşürülmesi) için vasiyette bulunmamış
olan bir ölünün velisi (varislerinden biri) tarafından bağış yolu ile
verilecek bir mal ile de, bu "İskat" işlemi yapılabilir. Ölünün bu yüzden
bağışlanması Allah'ın rahmetinden umulur.
Yabancı bir kimse tarafından yapılacak böyle bir bağışın bu konuda
yeterli olup olmadığı üzerinde ihtilaf vardır. Her halde, yabancı bir kimse
tarafından ölü adına verilecek sadakadan da ölüye sevap ulaşır.
Bir kimse hastalığı sırasında kazaya kalmış namazlarını düşürmek
için fidye ve sadaka veremez. Çünkü bunları kaza etmesi ihtimali vardır.
Vereceği bu fidye hiç bir zaman namaz yerine geçemez. Fakat bu hastalık
halindeki namazlarını kaza etmek fırsatını bulamayacağını düşünerek
vasiyette bulunsa, bu vasiyeti ölümünde, varisi varsa bırakmış olduğu malın
üçte birinden, varisi yoksa malının tamamından (İskat-ı Salât olarak) yerine
getirilir.
İskat-ı salât için ölünün miladi yıl olarak hayatı esas alınır.
Şöyle ki: Ölü erkek ise on iki, kadın ise dokuz yaşından sonraki yaşadığı
yıl hesab edilir. Bu zaman içinde namazlarını kılmış olsa dahi, bunların
kılınmasında noksanlar bulunacağı düşüncesi ile bütün bu müddet içindeki
namazları için fidye verilmesi tercih edilir. Örnek: Ölen bir erkeğin ömrü
yetmiş yıl olsa, bunun elli sekiz senesi için her namaz karşılığında bir
fitre miktarı fidye verilir.
Namaz fidyesi için ayrılan para, ömre göre hesap edilen namazların
karşılığı olarak yetmediği takdirde, bu para çoğunlukla on fakire devir
şeklinde verilebilir.
Örnek: Altmış iki yaşında ölen bir kimsenin elli senelik hayatı
için devir yapılmak istense, fitre elli kuruş olduğu kabul edilerek
namazların iskatı için de doksan lira ayrılmış bulunsa, bir aylık devir
yapılır. Şöyle ki: Vitir namazı dahil, bir aylık namaz, otuz gün itibarı ile
yüz seksen vakit eder. Bunun fidyesi de, elli kuruş fitre üzerinden doksan
lira eder. Elli senede ise, altı yüz ay vardır. Bu durumda bu doksan lira on
fakire veya birkaç birkaç fakire altı yüz defa devredilir. Eğer bu ayrılan
para iki misline (180 liraya) çıkarılmış olursa, üç yüz defa devir yeterli
olur. Eğer ayrılan para kırk beş lira olursa, o zaman bin iki yüz defa devir
gerekir. Böylece devir sayısı, ayrılan paranın miktarına göre değişir.
Fidyenin devri yapılırken acele etmemelidir. Usulüne göre alıp
verilmelidir. Şöyle ki: ölünün mükellef olan varisi (velisi), fidyeyi fakire
verirken "Falan oğlu falanın namaz kefareti olmak üzere bunu al." deyip
gerçekte fakire ait olarak bu parayı vermelidir. Fakir de: "Bunu kabul
ettim," deyip aldıktan sonra kendi rızası ile veliye hibe ve teslim
etmelidir. Veli de hibeyi kabul edip aldıktan sonra yine bu şekil üzere o
fakire veya başka bir fakire vererek kazaya kalan namazları karşılayıncaya
kadar devir yapılıp bitirilmelidir.
Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de şefkat duygusunu
göstererek bunu bağışlayana hibe etmesi, geçmişi düzeltmeye gücü kalmamış
olan din kardeşinin manevî sorumluluğunu azaltmak gibi, çok hayırlı bir
maksada yönelik bulunduğundan, bu işlem büyük bir merhamet ve kardeşlik
alametidir. Din kardeşleri arasındaki vefakarlık görevi unutulmamalıdır.
İhtilaftan kurtulmak için devir işlemini velinin kendisi
yapmalıdır. Bunu kendisi yapamazsa, yerine başka bir kimseyi tam bir yetki
ile vekil tayin etmelidir. Artık vekil olan kimse o parayı veli adına fakire
vermeli ve o parayı veli adına fakirden bir aracı sıfatı ile o parayı hibe
olarak kabul eylemelidir. Böyle olmazsa, o şahsın bu parayı başkasının
mülkiyetine geçirmeye ve veli adına mülk edinmeye yetkisi olamaz.
Yabancının da ölü adına bağış yolu ile namaz için fidye
verebileceğine inanan bazı fıkıh alimlerine göre ise, böyle devamlı bir
vekalet alınmasına gerek yoktur. Başlangıçta fidyeyi vermeye veli tarafından
vekalet verilen kimse bunu başkasının mülkiyetine geçirir ve fakirin de
kendisine yapılan hibesini kabul ederek bunu kendi tarafından ölü adına
fakire tekrar temlik eder (mülkiyetine geçirir). Bununla beraber birinci
görüş tercih edilmiştir. Devirden sonra velinin veya vekilin eline hibe yolu
ile gelen paradan, kendileri ile devir yapılan fakirlere, kalplerini hoş
tutmak için bir miktar verilir. Geriye bir miktar kalırsa, o da başka
fakirlere sadaka olarak verilir. Eğer bu para yerine mücevherattan bir şey
konulmuş olursa, bunun kıymeti üzerinden sadaka verme işlemi yapılır.
Namaz fidyesinden sonra oruç kefareti, sonra kurban kefareti, sonra
yemin kefareti için tekrar devir yapılır. Bir nafile olarak başlanıp da
bozulduktan sonra kaza edilmemiş namazlar, adanmış olup da getirilmemiş adak
namazlar ve kurbanlar için de bir miktar devir yapılır. Hatta yapılmamış
tilavet secdesi de bir vakit namaz sayılarak bundan dolayı da fidye verilir.
Namaz fidyesinin tümünü bir fakire bir günde vermek caizdir. Fakat oruç ve
yemin kefaretleri böyle değildir. Bu fidyeler bir günde bir şahsa toptan
verilemez. (Oruç ve yemin keffareti bölümüne bakılsın.)
Namaz fidyesinin vasiyet edilmesi, bunun varisler tarafından bağış
yolu ile yapılmasından daha iyidir. Bir de bu fidye, daha ölü gömülmeden
yapılmalıdır. Uygun olan budur. Bununla beraber gömüldükten sonra yapılması
da caizdir. Ölünün velisi, ölü adına kazaya kalmış namazlarını kılamaz,
oruçlarını tutamaz. Fakat bu gibi ibadetlerin sevabından ölmüş bir müslümana
hediye yapılabilir. Ölünün bundan faydalanacağı Allah'ın ihsanından
beklenir.
İma ile de namaz kılamayan bir hasta, bu hal üzere ölse, bu
hastalığı müddeti içinde kılamamış olduğu namazlar için vasiyet etmesi
gerekmez. Çünkü bunları kaza etmekten sorumlu olacağı bir zamana ermemiştir.
Bunun için bu namazlar, üzerine ödenmesi gereken bir borç olmamıştır. Bundan
dolayı fidye verilmesi yoluna gidilmez.
Namaz için fidye vermeye dair açık bir delil ve icma yoktur. Bu
usul, delil ile sabit olan oruç fidyesine kıyas yolu ile de kabul edilmiş
değildir. Bu bir ihtiyat işidir. Hanefî müctehidleri bunu güzel
görmüşlerdir. Bunun kazaya kalmış namazlar yerine geçeceği kesin olarak
ileri sürülemez. Ancak böyle bir fidye vasiyeti, bir pişmanlık eseridir, bir
istiğfar nişanıdır. Bunun varis tarafından bağış yolu ile yapılması da, bir
şefkat ve hayırseverlik alametidir. Kaza için de bir imkan kalmamıştır. Bu
yönden bu Fidyenin kabulü Yüce Allah'ın rahmetinden umulmaktadır. Bunun için
bu usul, bazılarının sandığı gibi, sonradan İmam Birgivî merhum tarafından
ileri sürülmüş bir şey değildir. Doğrusu şudur ki, bu mesele Hanefî mezhebi
üzere yazılmış en eski kitablarda da bu şekilde mevcuttur. Deniliyor ki:
Fidye ile oruç borcunun düşeceği üzerinde nass (kesin delil) vardır. Namaz
da, Hanefî fıkıh alimlerinin istihsan görüşlerine göre oruç gibidir, oruçtan
daha önemlidir. Bunun için kaza edilmesine imkan kalmamış olan namazlardan
dolayı da fidye verilerek Yüce Allah'ın mağfiretine sığınmak, ihtiyatî bir
iş olarak uygundur.
İmam Muhammed El-Şeybanî (Allah ona rahmet etsin) Ziyadat adlı
kitabında "Namaz fidyesi" İnşallahü teala kifayet eder, demiştir. Demek ki,
bunun afv ve mağfirete bir vesile olacağı Yüce Allah'tan umuluyor. Yoksa
bunun üzerinde kesin bir delil yoktur. Eğer bu fidyenin namazlara kifayet
edeceği kesin bir delile veya kıyasa dayansaydı, böyle Allah'ın dilemesi
şeklinde söz söylenmezdi.
Fahrül-İslam Pezdevi'nun Usul kitabında şöyle deniliyor: Namaz
hakkında fidyenin cevazına (yeterli olacağına), oruç hakkında hükmettiğimiz
gibi hüküm veremeyiz. Ancak namaz hakkında fidyenin lütfen kabulünü Allah
tarafından bir ihsan olarak isteriz. İbn'ül-Hümam gibi, içtihat derecesini
kazanmış bir zatın da, Fethu'l-Kadir'deki ifadesine göre namaz, Hanefî
imamlarının istihsanı ile oruç gibidir. Madem ki oruç ile fidye vermek,
yemek yedirmek arasında bir denklik şeriatça sabit olmuştur. Buna göre bu
denklik namaz ile fidye arasında da sabit olabilir. Eğer böyle bir denklik
varsa, netice elde edilmiş olur. Değilse, namaz için fidye bir iyilik ve
ihsandan ibaret kalır, iyilik ve ihsan ise, günahları giderir. Bir ayeti
kerimede buyrulmuştur."İyilikler kötülükleri siler." (Hud: 114).
Fıkıh kitablarımızdan Kuhüstanî'de şöyle deniliyor: "Eğer ölü,
namaz için fidye verilmesini vasiyet etmemiş ise, velisinin bağış yapması
caizdir. Bunun müstahsen bir iş olduğu görüşünde ayrılık yoktur. Bunun
sevabı ölüye ulaşır."
Doğrusu, hiç bir zaman namaz fidyesi ile namaz borçlarımızın ödenmiş
olacağını ileri süremeyiz. Fakat acizane verilecek sadakalardan dolayı da,
Allah'ın ihsanına ulaşmaktan ümidimizi kesmeyiz. Hiç bir hayır ve iyilik
Allah yanında boşa gitmez. Verilen sadakalardan ve yapılan vakıflardan
dolayı müminin amel defterine daima sevab yazılır durur.
Bir ölü vasiyet etmediği takdirde, onun varisleri, geriye bırakmış
olduğu maldan fidye vermek zorunda değildir. Hele varisler fakir
bulunurlarsa, bir gelenek ve iyilik düşüncesi ile bu fakir varisleri fidye
vermeye yöneltmek uygun olmaz. Bilhassa varisler arasında çocuklar ve
yetimler bulunursa, bunların hisselerinden fidye verilmesi asla caiz olmaz.
Bir de kendileri ile devir yapılacak fakirler arasında çocuk, bunak, deli,
zengin ve gayri müslim bulunmamalıdır. Bu hususlara dikkat etmelidir.
Kaynak: Büyük İslam ilmihali. Ömer Nasuhi BİLMEN