TÜRK TARİHİNDE TASAVVUF
VE TARİKATLER
Tasavvuf
özelde kişilerin ruhlarında derin izler bırakırken
genelde ise toplumu ahlaklı kılan temel etkenlerdendir.
Bu yönüyle tasavvuf sadece kişileri değil toplumları ve
devletleri de etki alanı içine almıştır.
Türklerin
tasavvufla tanışmaları İslâmiyet'le tanışmalarıyla aynı
zamanda olmuştur. Türklerin tarih sahnesine çıkış ve
dağılış yeri olan Asya'da ilk tasavvuf merkezi
Horasan'dır. Zaten Anadolu'nun Türkleşmesi ve
İslamlaşmasında Horasan Erenleri adı verilen tasavvufî
eğitim almış gönül adamlarının çok büyük etkisi vardır.
Buhara Merv, Semerkant gibi merkezler hem bu tasavvuf
ekolünün büyüyüp geliştiği hem de fetih ruhuna sahip
Alperen'lerin yetiştiği yerler olmuştur. Alperen'lerin
piri ise kendisi de Türk olan ve günümüze kadar eserleri
gelen büyük Mutasavvıf Hoca Ahmet Yesevî hazretleridir.
Türklerin
müslüman olmalarıyla başlayan tasavvuf anlayışı fetih
ruhunu da beraberinde getirmiştir. Fetihlerin ilk
yıllarında Anadolu'ya yönelen Ahmed Yesevî'nin
talebeleri ordulardan önce halkın arasına katılmışlar,
onların gönüllerini İslam'a ve Türkler'e
ısındırmışlardır. Anadolu'da oluşan tekkeler ve
dergahlar Haçlı seferlerinden ve Bizans'ın baskısından
bıkıp usanmış olan Diyar-ı Rum (Anadolu) halkının
oksijen çadırları haline çelmişti. Bu olay, hem
insanların hızla müslüman olmalarına hem de fetihlerin
daha rahat ve kolay yapılmasına sebep olmuştur.
Anadolu
Selçuklu Devleti zamanında iki tür tasavvuf geleneği
etkili olmuştur. Konya merkezli Mevlevîlik geleneği daha
çok farsça ağırlıklı bir dil kullanmış ve saray tebası
ve yüksek zümreden insanlara hitap etmiştir. Onun için
de ağırlıklı olarak başkent Konya'da etkili olmuştur.
Selçuklu Sultanlarının pek çoğu da bu terbiye
geleneğinde yoğrulmuşlardır.
Yesevîlik
menşeili ekol ise daha çok halk arasında yayılmıştır.
Osmanlı
İmparatorluğu'nda ise tarikat geleneğinin ilk halkası
Osmanlı Devleti'nin manevî kurucusu sayılan Şeyh Edebali
Hazretleridir. Şeyh Edebali, damadı Osman Gazi'yi manevî
terbiye altına alıp yetiştirmiş ve O'nun öğütleri ile
Osmanlılar 600 yıl dünyada hakim güç olmuş, böylece
Osmanlı Devleti, hakkın hatırını en üst seviyede tutma,
adaletli davranma, zulm etmeme terbiyesini tâ 1290'lı
yıllarda küçük bir beylikken Şeyh Edebali'den
öğrenmiştir.
Osmanlı
Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış olan ve şiirleri,
ilahileri dillerden düşmeyen Yunus Emre de tasavvufî
eğitim içinde kendini yetiştiren bir şahıstır.
Bir çok Padişahın rüyası olduğu halde Fatih Sultan
Mehmed Han'a nasip olan İstanbul'un Fethi olayının
sebeplerini sayarken birçok maddî sebebin yanında bir
tarikat erbabı olan Ak Şemseddin Hazretlerinin (Hacı
Bayram-ı Veli'nin kurucusu olduğu Bayramiye tarikatine
mensup idi) gözyaşı ve dua dolu yakarışlarını saymamak
ve tasavvuf gerçeğinin Osmanlı Devleti üzerindeki
etkilerini görmezden gelmek mümkün müdür acaba?
Osmanlı İmparatorluğu'nun din ve kültür hayatında
Kadiriye, Rifaiye, Yeseviye, Bektaşiye, Celvetiyye,
Bayramiye, Mevleviye, Halvetiye, Nakşibendiye gibi
tarikatlerin etkisi olmuştur.
Önemli
Osmanlı padişahlarının hayatlarında hep bir tarikat
büyüğü onlara yol göstermiş ve bu padişahlar birçok
önemli başarı ve hizmete imza atmışlardır. Mesela XI.
yüzyılda yaşayan Aziz Mahmut Hüdayi hazretleri birçok
padişaha önderlik yapmıştır.
Osmanlı
İmparatorluğu zamanında ve günümüzde de hâlâ varlığını
ve etkinliğini koruyan üç önemli tarikat vardır.
Bunların en önemlisi Nakşibendiyye tarikatıdır.
Bahaüddin Nakşibend Hazretlerine nisbet edilen bu
tarikat Emir Ahmed Buharî ile İstanbul'a ulaşmış,
Osmanlıların son dönemlerine doğru güçlü bir zemin
bulmuş ve hızla yayılmıştır. Meşhur Sufî Abdülkadir
Geylani Hazretlerine nispet edilen kadiri tarikatının
Osmanlılardaki ilk büyük temsilcisi Eşrefoğlu Rumî olup
Osmanlılar bu tarikata yoğun ilgi göstermişlerdir. Ahmed
er-Rifaiye nisbet edilen rifaiyye tarikatı da Anadolu
topraklarındaki en köklü tarikatlerdendir.
Tasavvuf
ve bu akımın etkisiyle kurulmuş olan tarikatler Osmanlı
toplumu ve devletinin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bunu
anlamak için İstanbul'da açılan tekke sayısına bakmak
bile yeterlidir. Osmanlı Devleti'nin fiilen yıkıldığı
1918 tarihinde İstanbul'da 51 adet Nakşibendiyye, 38
adet Rufaiye, 45 adet Kadiriye, 9 adet Bedeviye, 4 adet
Bayramiye ve gizli olarak çok sayıda Bektaşiye tekkesi
bulunuyordu.
Horasan
Erenleri ile Anadolu'ya gelen ve birçok önemli şahsa yol
gösteren tasavvuf, Osmanlı toplumuna yol göstermiştir.
Zamanında bir çok güzel ve faydalı işler, tasavvuf ehli
tarafından yapılmış ve toplum yöneticileri bu manevî
ortamda yetiştirilerek makam, servet ve şehvet
bataklığına düşmekten kurtarılmış ve hayırlı işlere
yönlendirilmişlerdir. Toplum ahlaki planda
olgunlaştırılmış, ahilik gibi tasavvufî meslek
kuruluşları kurularak toplumda kardeşlik, sevgi ve
saygı, kalite ve dayanışma en üst seviyede
gerçekleştirilmiştir. Vakıflar kurularak bir çok fakir,
muhtaç insana tasavvuf erbabı tarafından yardımlar
yapılmıştır.
Yunus
Emre, Mevlana gibi Allah dostları şiirleri ve
hikayeleriyle toplumun vazgeçilmezlerinden olmuşlardır.
Ulvi tasavvuf düşüncesi içine, zamanla bu müesseseden
çıkar sağlamak isteyen ve toplumu kandırarak yanlışa
sürükleyen insanlar da olmuştur. Osmanlı devleti de bu
tür sapık tarikatler ile mücadele etmiştir. Ancak
günümüzde yanlış tarikat anlayışlarını ve sapık ekolleri
örnek göstererek bütün tasavvufî kültürü yok saymaya
çalışmak Türk tarihini yok saymak gibidir. Tasavvufî
düşünceler, Türk edebiyatı, Türk tarihi Türk kültürü
anlatılmaya devam ettiği müddetçe yaşamaya devam
edecektir. Yapılması gereken kendi gerçeklerimizle
savaşmak değil onları doğru bir şekilde anlatmak ve
sunmaktır.
- Bu
yazı çeşitli kaynaklardan derlenmiştir.
|