Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez.
(Tirmizî, Sünen, Fiten 9)



EHLI TARIKIZ BİZ

SU ÜSTÜNE YAZI YAZMAK

SU ÜSTÜNE YAZI YAZMAK
 

   "Su Üstüne Yazı Yazmak " İnsan Yayınları arasında yayınlanan otobiyografik bir roman. Roman Muhyiddin Şekur adlı araştırmacı bir Amerikalı'nın önce İslam dini ve sonrasında tasavvuf ile tanışmasını kahramanının kaleminden anlatıyor. Bu kadarıyla İslam-tasavvuf- muhtedi müslümanlar üzerine kafa yormuş olan Türkiyeli aydınlar için ilginç olabilecek kitabın en önemli yanı ise bir macerayı birinci elden anlatması oldu. Bunu daha iyi anlatmak için şimdi kitaptan bir kısım alıntıları sıralamanın tam yeridir:

   "İlk turlarımız sırasında Türkiye'den gelen bir adamla tanıştık:

   "Burada konuşman gereken biri var," dedi İbrahim, "bu kardeşe çok dikkat et, çünkü sana Sufî diliyle konuşabilir.(..)Bu karmaşık uyarıdan sonra, İbrahim kalkıp gitti. Orada kalıp, bir süre söylediklerinin anlamını çözme çabasıyla kendi içime daldım. Kimi büyük Sufîlerin eserlerini okumuş ve bunların güzelliğinden ve derinliğinden hayli etkilenmiştim. En güzel müslümanları hep onlar arasında görmüş ve gizliden gizliye hep onların safına katılabileceğimi ummuştum."(S.24)

   "Bu garip adam gözlerini dosdoğru yüzüme dikmişti. Hoş bir siması vardı, gözleri nemli ve ışıl ışıldı. (...) Bu adam, hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bu yabancı benim için gerçek bir manevî yoldaş oluvermişti. Sözü alarak konuşmaya başladı:

   Ağlıyordum. O konuştukça ben ağlıyordum. Bana bir çok şey anlattı. Allah'tan, Resulullâh Muhammed aleyhissalâtü-vesselâmdan, bütün peygamberlerin (aleyhimüsselam) kardeş oluşundan, İslâm'ın Allah'a teslimiyet yolu olmasından ve hak aşıklarının arayışça ikiye ayrılışından, kendisinden 'Ehl-i Zahir' dediği, daha çok ritüeller ve biçimlerde kalıp sadece zahirî olanı arayanlardan ve mânâ okyanusuna varmak isteyenlerden, yani 'Ehl-i Bâtın'dan- sözetti."(S.25)
   Muhyiddin Şekûr , A.B.D.ye döndükten sonra içinde uyanan "aradığını bulmak" özlemi ile yaşamağa başlar: "Seyahat dönüşümü izleyen haftalarda ve iyileştikten sonra, beni daha önce benzerini yaşamadığım bir özlem sardı. Hiç birşey beni tatmin etmiyordu. Çalışmak, birden dayanılmaz bir hal aldı. Her gün derin bir melankoli geçiriyordum. Çok az konuşuyor ve herkesten giderek uzaklaşıyordum. işlerimden elimi ayağımı çekip inzivaya girdim. Özlem içimde büyüdü de büyüdü."(S.27)

   Yazar arayış içinde A.B.D.de bulunan değişik müslüman gruplar ile temas kurar. Nihayet yeni taşındığı kentte tasavvuf yoluna adım atacağı bir cemaate ulaşır; tasavvuf yolunda ilk "usta"sına ulaşacaktır: "Daha önce yeni manevî liderin gelişinden haber veren kardeş, beni liderle tanıştırmak üzere iftara davet ediyordu...Geri dönüp binaya doğru yürürken, henüz kapıdan yeni girmekte olan bir adam gözüme çarptı. Üzerinde beni çeken bir şey var gibiydi ve içimdeki bir ses tanışacağım kişinin o olduğunu söylüyordu...Onda büyük bir derinlik ve büyük bir aşk hissettim. Hareketlerinde bir denge dışa vuruyor ve edasında bir esrar saklıyordu. (..)Bir ara gözlerini bana çevirdi; o an sanki başka herkes yok olmuş biz ikimiz kaldık gibi geldi bana. Bakışlarında tarif edemediğim bir şey doğruca kalbime sokuldu ve beni kendine doğru çekti. Onun aradığım Şeyhim olduğunu anlamıştım...(..) Seyahatim sırasında tanıdığım o garip adamın sesi şimşek gibi çakıverdi zihnimde. Bu ender insan, olağanüstü bir apansızlık hayatıma girmişti işte."(29-30)

   "Allah'ın lûtfuyla Şeyhime kavuşmuş olarak, onun buraya bir rehber olarak gelişinin büyük bir rahmet olduğunu anladım. Gerçek Allah erleri kaknüs kuşu kadar ender bulunur ve dünya sahte öğretmenlerle doludur."(S.31)

   Tasavvuf yolunun inceliklerini artık kavramağa başlayan Muhyiddin Şekûr , cemaat içinde yeni bir eğitim dönemine girer: "Şeyhle müridi arasındaki muhabbet rabıtasını hissedebiliyordum artık. Bu rabıtanın ön şartı iman ve yakîn'di. iman, inanmayı; yakîn ise müridin Şeyhine samimi teslimiyetini ve itimadını içerir. Tıpkı ışığın gözde yansıyıp, gözün de ona göre hareket etmesi gibi, Şeyhin ruhu da müridinde yansıyor. Böylece mürid de üstadına, yani Şeyhine, bütün düşündüklerini, konuştuklarını, yaptıklarını açmaya başlıyor. O gün apaçık ortaya çıkan ders kelimelerle anlatılacak bir ders değildi." ( S.52)

   "Rabbime hadsiz Hamdler olsun ki, bana, bir kardeşimin eliyle, görünür farlılıklar ne olursa olsun, Yol'da hepimizin bir olduğunu daha bir açıkça anlatmıştı. Demek ki her müridin kendine özgü bir vazifesi vardı. Değil mi ki, Allah rahmetiyle her yerde hazır ve nazırdır, o halde herkes Yol'da kendine mahsus yerini almalıdır."(S.60)

   Muhyiddin Şekûr'ün hayatına yeni derinlikler kazandıracak bir dönem Türkiye'den A.B.D.ye misafir öğretmen olarak gelen ve A.B.D.li sufilere Kur'an-ı Kerim öğretecek olan Konya'daki Şems-i Tebrizi camii imamı olarak zikredilen zatın gelişi ile başlar:
   "O yıl müridler büyük bir beklenti içindeydi, çünkü çok özel bir misafirimiz olacaktı. Başka bir ülkeden, aynı zamanda hafız olan muhterem bir Şeyh ve arif, Ramazan boyunca bizimle beraber olacaktı. Bu seçkin ziyaretçimizin benim tevekkül hakikatine erişmemde ne kadar merkezî rol oynayacağından haberim yoktu.."(S.203)

   Konyalı imam , Kur'an-ı Kerim öğretimi sırasında sufilerle sıcak bir dostluk kurar, imamın armağan olarak yanındaki getirdiği kitaplardan birisinde resmini gördüğü zatı hemen tanıyan Muhyiddin Şekûr , ile aralarında ise bambaşka bir sevgi oluşur:
   "Şeyh Ahmed, kitapları ilk çıkardığında incelemem için bana vermişti… Kitapların genel başlığı, Mercy Oceans'tı (Rahmet Denizleri). Gerçekten de Rabb-i Rahimim bana her adımda, rahmetinin denizlerden engin, ölçülmez derinlikte, ve harikulâde sırlarla dolu olduğunu gösteriyordu. Ben tarikat gemisine sadece O'nun Rahmeti sayesinde binmiş ve meçhule doğru bir seyahate çıkmıştım."(S.206)

   Muhyiddin Şekûr , o zamanki Yugoslavya ve Makedonya üzerinden Türkiye'ye uzanan bir yolculuğa çıkar ; bu yolculuk sırasında değişik coğrafyalardaki tasavvufi hayatlara ilişkin tecrübeler yaşamak yanında yıllar önce kendisine fısıldanan gerçekle karşılaşacağını tabii ki bilemeden...
   "Hatırladığım ilk şeylerden biri, Şeyh Nûn'un benim gelişimden sadece bir gün önce Prizren'de bulunmuş olmasıydı. Bu insanların dolaşma tarzları bana ilginç geliyordu. O sıralarda dikkatimi üstünde özellikle odaklamış olmasam da, yıllar önce, gökten zembille inmiş gibi bana kendi Şeyhinin mesajını getiren Garip Adamın sırrını belki bilir diye de bir umut vardı içimde. Ama Prizren'deki günlerim gayret ve şevkle dolu oldu, o yüzden Şeyh Nûn'u çok fazla düşünemedim...Bir dervişin aslında nasıl bir şey olduğunu öğrenmeye başladığım yer Prizren oldu. Onlar arasında yaşadım, çalışmalarını ve eğlenmelerini gördüm. Allah'a aşklarının ateşinden yükselen sıcaklığı ve zikirlerinin hazzındaki yakıcı sevinci hissettim. Bu insanlar dünyanın tadı tuzu olmalıydılar. Kalpleri aşk ateşiyle yanıp tutuşuyordu, kendilerini tamamen Allah'ta fani etmişlerdi ve Şeyhlerine sarsılmaz bir sadakatle bağlıydılar. Halleri, tavırları lekesizdi; tevazuları öylesine içten ve yapmacıklıktan uzak, hizmetleri öylesine sevgi dolu ve cömertti ki onları sevmemek ve onlar gibi olmayı istememek insanın elinde değildi; hiç olmazsa, benim elimde değildi." (S.214)

   "Öğle namazından sonra, Şeyh beni Hazret-i Pir Hayatî'nin kabrine götürdü. Hoş bir ândı doğrusu. Binada yaklaşık on iki Şeyh, kabirlerinde haşri bekliyordu. Kabirlerin çoğu, Hazret-i Pir'in kabrinin bulunduğu ortadaki odacığın etrafında genişce bir odada yer alıyordu. Bu seyahatimde, yeryüzünde yürüyenlerden çok, ahirete göçmüş olanlarla daha fazla hayatiyet olduğunu fark ettim. Mübarek bir Velinin kabrine her gidişimde, sanki sıcacık bir dosta uzun bir ayrılıktan sonra yeniden kavuşuyormuşum duygusuna kapıldım."(S.221)

   İstanbul'a vasıl olduktan sonra A.B.D. ziyareti esnasında tanıştıkları Cerrahi tekkesinin o zamanki şeyhi Muzaffer Özak ile görüşür: "Amerika'da tanıdığım Şeyh Muzaffer'i bulmaya çalışıyordum. Birkaç dervişi ile birlikte tekkemizi ziyaret etmiş ve kendi nûruyla bizleri tenvir etmişti. Beyazıt Camii yakınında bir sahaf dükkânı vardı Şeyhin; kendisini bulmakta zorlanmadım."(S.225)

   "Şeyh Muzaffer'in dükkânında tanıştığım bir adam, bana Şeyh Nûn'un bu yakınlarda istanbul'da bulunduğunu, buradan da Konya'ya geçtiğini söyledi. Cuma gecesi yapılan halveti zikrine kadar, istanbul'da iki gün kaldım. Bu haftalık ibadet için Tekke'de iki yüzü aşkın derviş toplandı. Bu ruhlar denizinin ortasında bulunmak, haz dolu bir teberrüktü. Öyle etkileyici, öyle neşeli ve coşturucu, öylesine zarif bir kalpler dansıydı ki, gerçekten de bu hali anlatacak tek kelime bulamadım...

   "Şeyh içeriye girdi. Onu selâmlamak için ayağa kalktım, niyaz sunup ve elini öpmek üzere ilerledim. Varlığı odayı dolduruvermişti insan hiç zorlanmadan onun bir nûr adamı olduğunu anlayabilirdi. Gözleri sevgiyle, delip yakan bir berraklıkla parıldıyordu ve uzun, gümüş beyazlığındaki sakalları yüzünün çevresine ve aşağı doğru gün ışığı gibi yayılıyordu. Başında üzeri toplu, beyaz kubbe biçiminde bir sarık ve üzerinde yere kadar uzanan, yeşil bir cübbe vardı.

   "Adım Muhyiddin, Şeyh Efendi," dedim. "Şeyh Muhyiddin sensin demek," dedi, gülümseyerek.
(...)"Ben senin kim olduğunu biliyorum," dedi Şeyh, "ve sana nasıl hitap edeceğimi de. Ama gel şimdi başka şeyler konuşalım."
   İstanbul'da kaldığım sürece, vaktimin çoğunu Şeyh Nûn ile beraber geçirdim. (...) Bu süre içinde, altı yıl önce, ilk Doğu seyahatim sırasında âlem-i gaybden bana Şeyh-i Âzam Dağıstanî tarafından gönderilmiş olan o dervişin esrarını araştırdım."(S.228-229)
Bir menkıbe, bir mürşid, bir sufi... Hepsi bu ... Burada adı geçen zatlardan menkıbenin nesnesi olan şahıs bilemediğim bir A.B.D. şehrinde yaşamaktadır. Belki araştırılsa bir telefonla kendisine hemen ulaşabilmek mümkün bir çağdaşımız. Ne kadar inanılmaz ve ne kadar gerçek !...

   -"Suya Yazılan Yazı" başlığı ile 31.12.1998 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yayınlanmış olan bu yazı http://www.sufi.20m.com adresinden alınmış ve düzenlenmiştir.

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol