Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez.
(Tirmizî, Sünen, Fiten 9)



EHLI TARIKIZ BİZ

XVII.YÜZYIL OSMANLISINDA İKİ FARKLI SÛFÎ TİPİ

Yeni Sayfa 1

XVII.YÜZYIL OSMANLISINDA İKİ FARKLI SÛFÎ TİPİ

- Cengiz GÜNDOĞDU*

 

   Söz mâna yolunu bulmak ve o yolda bulunmak içindir.
   Ruhun kurtuluşu mâna iledir, lafla kurtuluş olmaz.
   Beşir Ağa

   Abdülmecîd-i Sivâsî ve İdrîs-i Muhtefî hakkındaki değerlendirmelere geçmeden önce Osmanlı idâresinin tasavvuf ehline, ulemâ sınıfına ve diğer zümrelere karşı tavrı ile bu zümrelerin birbirlerine karşı bakışına kısaca gözatmak, hem bu şahsiyetleri hem de onların yaşadıkları dönemin dinî, tasavvufî ve sosyal durumunu değerlendirme imkanı verecektir.
Osmanlı devletinin kuruluş ve yükselme dönemlerinde genelde dînî, fikrî ve tasavvufî hareketlere karşı oldukça müsamahakâr ve hoşgörülü davrandığı bilinmektedir. Bu müsa-maha ortamının oluşmasında Osmanlı târihinin ilk dönemlerinden itibâren hükümdarların hemen hepsinin, âlimler ve mutasavvıflara büyük değer verip, onlara karşı gerekli edebe ve saygıya riâyet etmelerinin payı oldukça büyüktür.
   Padişahların mutasavvıflara karşı duydukları bu meyil, XV. asrın başlarından itibâren devletin çeşitli bölgelerinde tasavvuf ehline kendi tarîkatlerinin dünya görüşünü, erkân ve âdâbını yayma imkân ve fırsatını vermiş, böylece Bektaşî, Mevlevî, Rifâî, Kâdirî, Halvetî, Ekberî, Bayramî ve daha başka tarîkatler, memlekette görülen alâka ve desteğin bir tezâhürü olarak daha kuşatıcı bir havaya bürünmüştü.
   Osmanlı hükümdarları her alanda yetişmiş olan ulemâ ve meşâyihe hürmet gösterdik-leri gibi, değişik dînî ve fikrî hareketlere karşı da dâima canlı ve sıcak bir ilgi duymuşlar, yani onlara, çok söylenen ifâde ile din ve vicdan hürriyeti tanımışlardır.
   Ancak Osmanlı idâresinin ulemâ, meşâyih ve değişik kesimlere karşı göstermiş olduğu bu müsamaha zaman zaman istismar da ediliyordu. Bu istismar sünnî anlayışın temsilcisi olan tarîkatlerde görüldüğü gibi, genelde heteredoks unsurlar tarafından yapılıyordu. Nitekim devletin gösterdiği müsamahadan istifâde ile kimi zaman şii-bâtınî düşünceler siyasî bir görünüm arzederek taşkınlık gösteriyor, bu taşkınlıklar bazen tasavvufî cereyânlara da ulaşıyor ve yeri geldiğinde müdahale ediliyordu.
   Böylece Osmanlı'nın tesis etmeye çalıştığı devlet kontrolündeki dînî ve siyasî güce karşı muhalif siyasî, fikrî ve bazı tasavvufî hareketler şerîat'ın engellenmesine yönelik tavırlar olarak görülüyor ve sert tepki ile karşılanıyordu.
   Nitekim bu anlayışı koruma adına, XVI. yüzyılda Melâmî şeyhlerinden Bünyamin-i Ayaşî (ö. 926/1520) hulûl fikrini halk arasında yaydığı gerekçesiyle Kütahya'ya sürülerek hapsedilmiş, sonra serbest bırakılmıştı. Ondan sonra yerine geçen halîfesi Pîr Ali Aksarayî (ö.944/1538) ise mehdilik iddia ederek halkı kışkırttığı için hakkında takibat başlatılmış, fakat yapılan araştırma neticesinde bu zatın fikirlerinin yanlış anlaşıldığı kanaatine varılarak hakkı teslim edilmişti. Daha sonra bu zatın oğlu olan Oğlan Şeyh İsmail Maşukî, yaptığı va'zlarıyla hulûl fikrini yaymaya çalışmış, pek çok kimseyi etkileyerek kalabalık müridler topluluğu edinmişti. Bu zat söylediği şathiyat ve şerîate muğayir sözlerinden dolayı 945/1539'da Çivicizâde'nin fetvâsı üzerine öldürülmüştü. Yine Gülşeni tarîkatından şeyh Muhyiddîn-i Karamanî (ö. 957/1550) de aynı gerekçe ile idâm edilmiştir. Diğer taraftan Pîr Ali Aksarayî halîfelerinden Ahmed Sarban (ö. 952/1545) ve onun halîfesi Ankaralı Hüsamüddîn (ö. 964/1557) takibat altına alınmış, Ataî'nin kaydına göre cezbesi galib bir şeyh olduğu için şeriate uymayan bazı sözleri üzerine Ankara kalesine hapsolunarak, şeriate uyup uymadığı müşahede edilmek istenmiş, ancak hapsedildiği gecenin sabahında hücresinde vefat etmiş halde bulunmuştur.    Sarı Abdullah Efendi'nin kaydına göre ise şeyh Ankaravî cuma ve bayram namazları için köyüne yaptırmış olduğu camiinin inşaatında esnaftan pek çok kimsenin yanısıra, a'yân, eşraf ve askeriyeden de hayli kimseler bir amele gibi çalışmışlar, böylece şeyhe sevgi ve bağlılıklarını ortaya koymuşlardı. Şeyhi çekeme-yenler, etrafındaki böyle önemli kişilerin bir amele gibi çalışacak kadar ona bağlı olmalarını istismar ederek, şeyhin bu kişilerle ileride bir fitne çıkarabileceğini düşünmüşlerdir. Bunun üzerine şeyh Ankara kalesine hapsolunmuş ve orada vefat etmiştir. Yine Hüsamüddîn'in halîfesi Bosnalı Şeyh Hamza Bâli de şerîate muhalif sözleriyle fitneye sebebiyet verme suçundan Ebûssuûd Efendi'nin fetvâsıyla kalabalık sayıda halîfeleri ile 969/1561'de idâm olunmuştu.
   Bu zikrettiğimiz örneklerin genelde Melâmî çevrelerden olması ciddi etütleri gerektirecek kadar dikkat çekicidir.
   Hüseyin Gazi Yurdaydın Bey'e göre, umumiyetle esas dînî akîdelerin muhafaza edilme-siyle kendilerini vâzifeli addeden âlimler, zaman zaman böyle fikirler ileri süren tarîkat ehlinin idâmı yahut da hapsedilmesi şekillerinde beliren olaylarda önayak olmuşlardır.
   Gerçekten de aşk ve iç samimiyeti esâs alan bu kimselere karşı dîni şekilci kurallar zaviyesinden ele alan bazı ulemânın Osmanlı yöneticilerini yönlendirdiği ve onlara iyi gözle bakılmamasında etkili oldukları hususu değişik çevrelerce sıkça dile getirilmiştir.
   Diğer taraftan câhil ve ateşli müridlerin, şurada burada mâhiyetini iyi anlayamadıkları tasavvufî fikir ve telakkîleri olur olmaz tartışmalarının, halk arasında karışıklığa yol açıp, fitneye sebebiyet vermesinden dolayı, bu görüş sahiplerinin takibat altına alındıkları ifade edilmiştir .
   Yusuf Ziya İnan bu hususları şöyle değerlendirmektedir:
   "Melamîlerin bilhassa cezbe halinde söyledikleri ve yaptıkları dinadamları ve bazı sûfilerce tepki ile karşılanmış, genç ve mübtedi melamîlerin yada cezbe halindeki melamî ihvânının şeriat erbabı tarafından tekfîr edilircesine horlanması diğer melâmî erbabını da isyan ettirmiş ve arkadaşlarını koruma yolunu tutmuşlardır. Bu yüzden erbab-ı şeriat ile melamîlerin arası gittikçe açılmış, buna devlet ve millet görüşlerindeki fark da ilave edilince, Melâmî çevreler sık sık hükümdarın takibine ve mahkemeye sevk edilme ve şikayete muhatab olma talihsizliğini tatmışlardır" .
   Devlet tarafından takibat altına alınan; bazen sürgün, bazen de idâma kadar giden bu insanlar gerçekten sadece anlaşılmadıklarından veya görüşleri halk arasında fitneye sebebiyet verdiğinden dolayı mı bu akıbete düçar olmuşlardır yoksa başka gerekçeler de var mıdır.
   Ahmet Yaşar Ocak, bazı Melâmî gurupların pâdişâhı tanımayarak, kendi aralarında pâdişâh, vezîr vs. yöneticilerini de seçme yoluna gittiklerini, bu tavrın da aslında mevcut nizâmın açıkça protestosu anlamına geldiğini ve hareketin basit bir fikrî hareket olmaktan öte rejimi değiştirmeyi hedef alan sosyal-siyasî muhtevâlı bir hareket olduğunu söylemektedir.
   Yaşar Ocak her nekadar bu hareketleri rejimi değiştirmeye yönelik bir hareket olarak görüyorsa da, bu hususun ciddi tetkikleri gerektireceği ortadadır. Diğer taraftan bu gurupların kendi aralarında devlet yöneticisi, vezir vs. unsurları seçmelerini rejime yönelik bir hareket olarak değerlendirmek ne kadar doğrudur? Kaldı ki, bu tarz bir anlayış, bu gurupların makro devlet sistemini örnek alıp, mikro devlet modeliyle kendilerini disipline etmeleri olarak da görülemez mi? Ayrıca bu durumun bütün melâmî gurupları için sözkonusu olmadığı da nazara alınarak, konunun daha ciddi araştırılması gerekir diye düşünüyoruz.
   Bu zatların idâm edilmeleri veya sürgün edilmeleri ile ilgili Osmanlı arşivlerinde bulunan belgeler tetkik edildiğinde, idârenin onları, genelde şerîatin zâhirine ve sünnî tasavvuf anlayışına muhalif sözlerinden dolayı itham ettiği görülmektedir. Fakat bu iddialara mukabil karşı tarafın verdiği cevaplarla alâkalı belgelerin olmayışı ve kendi mensuplarınca kaleme alınan eserlerde bu zatların suçsuz oldukları ve anlaşılmadıklarından dolayı bu akıbete düçar olduklarına dâir değerlendirmeler birlikte mütâlaa edildiğinde, meselenin ciddi etüdlerle ele alınması gerektiği ortaya çıkıyor.

    Not: Bu yazı tanıtım amacıyla özet olarak verilmiştir.

      ____________
      *Yrd.Doç.Dr., Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol