KILIÇ SAPINI KESEBİLİR
Mİ?
Uzak yerlerden
bir merhametli dost, Yusuf-u Sıddıyk’a konuk oldu.
Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Eskiden beri
aşinalık yastığına yaslanmışlardı. Konukla, Yusuf’a
kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini
konuştular. Yusuf “o haset ve cefa, zincirdi; biz de
aslandık.
Aslanın
zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Tanrının kaza ve
kaderinden şikayetimiz yok.
Aslan,
boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir
yapanlara beydir” dedi. Dostu Yusuf’a “Zindanda ve
kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi:
“Ay, bedir
halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte öyle”
Eski ay görünmez, sonra hilal olur da iki büklüm bir
halde görünür. Fakat sonunda yine gökte bedir haline
gelmez mi? İnci tanesini havanda döverler ama kadri yine
yücedir, ya ilaç olarak göze çekilir, yahut macun haline
getirilir, kalp ferahlığı için yenir.
Buğdayı toprak
altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı.
Ondan sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can
katan gıda oldu. Sonra ekmeği bir kere daha diş altında
ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrak oldu.
Daha sonra da o
can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra
mahsul verdi, ekincileri hayrete düşürdü. Bu sözün sonu
gelmez. Sen, o iyi adamın Yusuf’a ne dediğini anlatmaya
başla.
Yusuf, başından
geçenleri anlattıktan sonra “ Eh...bize ne armağan
getirdin, bakalım?” dedi. Ey ulu kişi! Dostları görmeye
eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer. Ulu
Tanrı bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için
armağanın nerede;
Bize
yapayalnız, azıksız, adeta sizi yarattığımız gibi
geldiniz. Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne
hediyeniz var, ne getirdiniz? Yoksa tekrar dönüp
geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vadesi batıl
mı göründü ki? Der.
Ona konuk
olacağımızı inkar ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve
kül alabilirsin. İnkar etmiyorsan niçin böyle elin boş.
O sevgilinin kapısına böyle nasıl ayak atacaksın?
Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir
armağan götür. Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında
istiğfar edenlerden ol.
Sen de
rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören
duygular bağışlasınlar. Rahim gibi olan dünyadan çıkınca
yeryüzünden daha geniş bir sahaya dalacaksın. “ Tanrı
yeri geniştir” derler ya; o geniş yer, bil
peygamberlerin gidip daldıkları sahadır. O geniş sahada
gönül daralmaz; yaş ağaç, orada kuru dal haline gelmez.
Şimdi duygular,
sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale
geleceksin. Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni
taşır. Bu yorgunluk, bitkinlik gider, eziyetten,
sıkıntıdan kurtulursun. Sen uyku halini, velilerin
uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir çeşni
bil.
Be inatçı;
veliler, Eshab’ı Kehf’dir. Ayakta olsalar da, yürüyüp
gezseler de uykudadırlar. Tanrı, onları, kendilerinin
haberi olmadan işletir; sağa sola çevirir. O sağa
çevrilme nedir? İyi iş. Ya sola çevrilme? O da bedene,
varlığa ait işler.
Bu iki hal de
peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder.
Onların, her ikisinden de haberleri yoktur. Dağ, hayır
olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur.
Fakat ikisinden de bihaberdir.
Yusuf “Hadi,
armağanını çıkar” deyince konuk, bu istekten utanıp
adeta figan ederek.”Sana getirmek için ne kadar armağan
aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, layık görmedim. Bir
habbeyi alıp da madene, bir katrayı alıp da ummana nasıl
götürebilirim?
Sana gönül ve
can bile getirsem Kirman’a kimyon götürmüş sayılırım.
Senin, misli olmayan güzelliğinden başka bir tohum
yoktur ki bu ambarda olmasın. Sana gönül nuru gibi bir
ayna getirmeyi layık gördüm.
Ey güneş gibi
gökyüzünün ışığı olan güzel! Ona baktıkça kendi güzel
yüzünü görürsün. Gözümün nuru, sana ayna getirdim, ona
bakıp yüzünü gördükçe beni hatırlarsın” dedi. Koynundan
aynayı çıkarıp sundu. Güzeller, aynayla meşgul olurlar.
Varlığın aynası
nedir? Yokluk. Ahmak değilsen yokluğu ihtiyar et.
Varlık, yoklukta görünebilir. Zenginler, yoksula
cömertlik edebilirler. Ekmeğin saf aynası açtır; kav da
çakmak taşının aynasıdır. Bir yerde yokluk ve noksan
oldu mu...bu, bütün sanatların güzelliğine aynadır.
Elbise
biçilmiş, dikilmiş olursa terzinin mahareti görünebilir
mi? Budaklar yontulmamış olmalı ki marangoz onu yontsun,
rendelesin... Ondan asla, yahut fer’e ait bir şey
yapsın. Usta kırıkçı nerede ayağı kırılmış varsa oraya
gider. Hasta ve arık kişi olmazsa tıp sanatının
güzelliği nasıl görünür?
Ey ulu kişi!
Bakırların bayalığı, aşağılığı olmasa kimya nasıl olur
da zuhur eder? Noksanlar, kemal vasfının aynasıdır. O
horluk, yücelik ve ululuğa aynadır. Çünkü yakinen zıt,
zıddı gösterir. Ondan dolayı bal, sirke ile görünür,
(sirkengebin olur)
Kim, kendi
noksanını görüp anlarsa yedeğinde dokuz at olduğu halde
tekemmül yolunda koşar. Kendisini kamil sanan, ululuk
sahibi Tanrının yolunda uçamaz. Ey mağrur ve sapık!
Canında kendini kamil sanmaktan daha beter bir illet
olamaz.
Senden bu
kendini beğenme defoluncaya kadar gönlünden de çok kan
akar, gözünden de! İblis’in illeti “Ben, Adem’den
hayırlıyım” demesiydi. Bu hastalık, her mahlukta vardır.
Bu hastalığa müptela olan, kendisini hor görse bile sen
onu, altında pislik olan saf su bil!
İmtihan
kasdıyla onu bir karıştırsan hemen su bulanır, pislik
rengini alır. Ey yiğit! Irmak sana saf ve berrak
görünüyor ama senin ırmağının dibinde de pislik var. Yol
bilen anlayışlı pir, Nefs-i küll bağlarına ark
kazıcıdır.
Irmak,
kendisini nereden temizleyecek? İnsanın bilgisi, Tanrı
bilgisiyle fayda verir. Kılıç sapını kesebilir mi? Yürü,
bu yarayı bir cerraha göster. Kimse, yarasının
kötülüğünü görmesin diye her yaranın üstüne sinek düşer.
O sinekler;
senin düşüncelerin, mallarındır; yaran da ahvalindeki
zulmet! Eğer o yaraya pir merhem korsa o zaman derdin
iyileşir, feryat ve figanın kesilir. Yara sahibi, merhem
konunca sıhhat buldum sanır. Halbuki hakikatte oraya
merhemin ışığı vurmuştur.
Kendine gel, ey
sırtı yaralı, merhemden baş çekme; iyileşince de kendi
kendime iyileştim deme, sıhhati merhemden bil!
|