Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz fakat duanız kabul edilmez.
(Tirmizî, Sünen, Fiten 9)



EHLI TARIKIZ BİZ

Zühd dönemi

ZÜHD DÖNEMİ
..:: 1 ::..

   I. Zühd Dönemi: Bu dönem Asr-ı saâdetle başlayan, tabiîn ve tebe-i tabiîn devrini ve ilk iki asrı içine alan, tasavvuf kavramının zuhûruna kadar olan dönemdir.

   II. Tasavvuf Dönemi: Sûfî ve tasavvuf kavramlarının kullanılmaya ve ilk sûfî adlarının duyulmaya başladığı hicrî II. asrın sonundan, tarîkatların zuhur ettiği devre kadar olan üç, üç-buçuk asırlık bir dönemdir. Tasavvuf bu dönemde ortaya çıkmış, müessese hâline gelmiş ve Cüneyd, Bâyezid, Nûri, Hallaç, Ebû Nasr es-Serrâc ve Gazzâlî gibi büyük sûfî ve mutasavvıflar bu dönemde yetişmiştir.

   III. Tarîkat Dönemi: Tasavvuf müesseselerinin en güçlüsü olan tarîkatların ortaya çıkarak sosyal hayâtın bir parçası hâline geldiği hicrî VI. milâdî XI. asırdan başlayarak, tasavvufî tefekkürün İbn Arabî gibi büyük temsilcilerinin yetiştiği; zaman zaman medrese-tekke çatışmalarının gündeme geldiği, şiir ve edebiyatta en değerli tasavvufî mahsullerin verildiği, günümüze kadar devam eden dönemdir.
 

   1. Hz.Peygamber (s.a.s.)'in Hayâtında Zühd
   Hz. Peygamber'in bizzat zühdî bir hayât yaşadığını, bunu sevdiğini ve ashâbına da tavsiye ettiğini "Tasavvufun Târif ve Kaynağı" bahsinde anlatmıştık.1 Biz burada Efendimiz'in hayâtını konu alan sîret ve hadîs kaynaklarına dayanarak Hz. Peygamber'in zühdî hayâtıyla ilgili bâzı tesbitlerde bulunduk:
   İbn Abbâs'ın rivâyetine göre, Peygamber (s.a.s.), peşpeşe birkaç gece aç sabahlar, hâne halkı da çoğu zaman akşamlan yiyecek birşey bulamazdı. Zâten ekmekleri arpa ekmeğiydi.2
   Enes b. Mâlik (r.a.)'in rivâyetine göre, Fâtıma vâlidemiz, Peygamberimiz'e pişirdiği ekmekten bir parça getirmiş ve Allâh Rasûlü, "Bu nedir?" diye sorduğunda "Pişirdiğim çörektir. Size getirmeden canım çekmedi." demişti. Bunun üzerine Fahr-ı âlem: "Üç gündür babanın ağzına giren ilk lokma bu olacak." buyurdu. Ebû Hüreyre'nin rivâyetine göre Allâh Rasûlü'nün açlıktan beline taş bağladığı olurdu.3
   Hz. Âişe anlatıyor: Dört ay geçerdi ki, Allâh Rasûlünün karnı buğday ekmeğiyle doymuş olmazdı.4 O'nun hâne halkı da üçgün peşpeşe arpa ekmeğiyle karınlarını doyurmadan Allâh'a kavuşmuşlardır.
   Ebû Hüreyre ve Âişe'den gelen bir rivâyette, aylar geçtiği hâlde Allâh Rasûlü'nün evinde bir çorba pişmediği ve âile halkının hurma ve su ile beslendiği, bazan da sağmal hayvanları bulunan komşularının gönderdikleri sütü içtikleri rivâyet edilir.5
   Enes b. Mâlik der ki: "Peygamber (s.a.s)'in , öğle ve akşam, ekmek ile eti bolca bir arada cem'ettiği olmamıştır."6 Nitekim yine Enes (r.a.) Allâh Rasûlü'nün bir düğün yemeğinde et ve ekmeği bile bulunmadığını haber vermektedir.
   Âişe (r.a.) vâlidemiz diyor ki: "Allâh Rasûlü'nün midesine bir günde iki tür yemek birden girmedi. Et yediği zaman başka birşey yemediği gibi, hurma ve ekmek yediğinde onların üzerine birşey ilâve etmezdi."
   Ebû Nadr anlatıyor: Ben Âişe vâlidemizin şöyle konuştuğunu duydum: "Birgün Allâh Rasûlü ile birlikte oturuyorduk. Babam Ebû Bekir bize bir koyun budu ikrâm etti. Gece karanlığında Allâh Rasûlü ile onu kesmeye çalışıyorduk. Birisi "Kandiliniz ve ışığınız yok mu?" diye seslendi. Dedim ki: "Yakacak yağımız olsa, biz onu yerdik."7
   Âişe vâlidemizin ifâdesine göre O'nun yatağı içi hurma lifi ile dolu bir deriden ibâretti. Yemeğini yere oturarak yer ve: "Ben kulum, kul gibi yerde oturarak yerim."8 buyururdu.
   O'nun dünyâya yönelmeyi ve ona kul olmayı yeren pekçok hadîsi-i şerîfi vardır:
   "Kimin himmet ve kaygısı dünyâ olursa, Allâh onun işini dağıtır, fakirliğini gözünün önüne koyar. Kimseye nasibinden fazla dünyâlık gelmez. Niyet ve himmeti âhıret olanın işini Allâh Teâlâ toparlar (cem), gönlüne zenginlik verir. O arkasını dönse de dünyâ ona gelir."9
   "Himmet ve kaygılarını teke indirip sâdece âhıret kaygısı taşıyanın dünyâsına Allâh kâfidir. Kaygısını dünyâya dağıtanın ise Allâh, hangi vadide helak olduğuna aldırış etmez."10
   Kurduğu devlet, dünyânın en kudretli devleti hâline geldiği, devlet hazinesi dolup taştığı zamanlarda bile, O'nun yaşantısında bir değişiklik olmadı. Hanımları O'nun bu mütevazı hayâtına dayanamayarak dünyâlık istediler. O da onları ya dünyâyı, ya da Allâh ve Rasûlünü seçmek konusunda serbest bırakmış, yirmi dokuz gün süreyle bir bakıma onları boykot etmişti (İ'lâ). Bu süre zarfında Hz. Peygamber'i bir hasır üzerinde uyumuş gören Hz. Ömer ağlamış, Allâh Rasûlü de dünyânın değersizliğini ve dünyâdan yüz çevirmek gerektiğini anlatarak onu teselli etmişti. Nihâyet Ahzâb sûresinin ilgili âyetleri nâzil oldu: "Ey Peygamber, zevcelerine de ki: Eğer bu süflî hayâtı, onun zînet ve parlaklığını istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzellikle salıvereyim. Yok eğer Allâh'ı ve Peygamberini ve âhıret yurdunu istiyorsanız, Allâh aranızdan iyi olanlara büyük mükâfat hazırlamıştır."11
   Hz. Âişe der ki: "Hz. Peygamber'in hiçbir zaman karnı doymadı ama, asla şikâyetçi olmadı. Bazan O'nun bu hâline acır ve: "Bari sana yetecek kadar bir rızka erişseydin." derdim. O ise, ülü'1-azm peygamberlerin bu dünyâdan böyle gelip geçtiklerini anlatırdı."12
   Mal biriktirmeye asla heveskâr değildi. Çünkü O, tercîhini "kul peygamberlikten" yana yapmıştı. Nitekim: "Kul peygamberlikle melik peygamberlik arasında muhayyer bırakıldım. Cebrail mütevazı davranmamı bana işâret etti. Ben de kul peygamber olmayı tercîh ettim ve bir gün doyayım ve bir gün aç kalayım, dedim."13 buyurarak buna işâret etmiştir.
   Kendisine arka arkaya iki defa aynı yemeği getiren Berîre'ye: "Kıyâmet gününde sen, yemeğinin buharı olmaktan korkmuyor musun? Yarın için birşey ayırıp saklama! Zira Cenâb-ı Hakk her günün rızkını ayrı ayrı verir." buyurmuştu
   İnfak etmeyi çok severdi. Nitekim Hz. Bilâl'e: "Ya Bilâl, infak et! İnfak etmekle Arş'ın sâhibinin senin malını azaltacağından korkma!"14 buyurmuştu.
   Birgün namazda hatırına evde bir miktar altının bulunduğu gelmiş, eve giderek onun tasadduk edilmesini emretmişti. Ölüm döşeğinde bile tasadduktan geri durmazdı. Nitekim tasadduk edilmek üzere hanımlarından birine verdiği üç dinarın hemen tasadduk edilmesini emretti ve: "Bu para bende iken Rabbıma ne yüzle giderim." buyurdu.
   Kendisinden birşey istendiğinde derhal verir, eğer istenen şey kendisinde yoksa vaad eder ve eline geçen ilk fırsatta bu isteği karşılardı.
   Bir defasında ashâb-ı suffe: "Yâ Rasûlallâh, hurma yemekten ciğerlerimiz kavruldu." demişlerdi de O: "Medîneliler bize ne veriyorlarsa biz de size onu veriyoruz."15 buyurmuştu.
   Hz. Peygamber (s.a.s.) vermeye ve infak etmeye son derece heveskâr olduğu ve vermek hakkında "Veren el, alan elden hayırlıdır." buyurduğu hâlde, istemek ve almak konusunda son derece müstağnî idi. Ashâbının da bu konuda müstağni olmasını öğütlerdi. Nitekim Medîne'ye hicret ettikten bir süre sonra, yedi sekiz kadar sahâbînin bulunduğu bir mecliste, onlardan "Yalnız Allâh'a kulluğa, beş vakit namaz kılmaya ve ülü'1-emre itaata ve kimseden birşey istememek üzere" bey'at etmelerini istedi. Râvînin ifâdesine göre: "Bu bey'ate katılanlar, asla kimseden birşey istemedikleri gibi, savaşta kazara ellerinden kılıçları düşecek olsa bile, onu yerde bulunan kimseden istemez, yere inip alırlardı."16
   Evini süsleyen kızı Fâtıma'nın evine girmemiş ve: "Böyle süslü yerlere girmek bize yakışmaz."17 buyurmuştu.
   Kendisine hediye edilen ipek bir elbiseyi "Takvâ sâhipleri böyle şeyler kullanmazlar."18 buyurarak hanımlarından birine vermişti.
   Buhârî'nin rivâyetine göre, çoğu zaman elbisesinde iki yama bulunurdu.
   Ciğerparesi Fâtıma, eldeğirmeninde un, kuyudan su çekmekten ellerinin yarıldığını göstererek, kendisine ev işlerinde yardım etmek üzere, harp esirlerinden yardımcı istemişti de O: "Ehl-i suffe böyle fakir yaşarken ve Bedir şehidlerinin yetimleri perişan bir hâldeyken sen buna nasıl talip olabiliyorsun?"19 buyurmuştu.
   Buyururdular ki:
   "Allâh bir kulunun hayrını murad ederse, dünyâdan zühdünü kolaylaştırır, kendisine kusurlarını gösterir. Dünyadan el etek çekene yaklaşınız. Çünkü onun telkin ettiği hikmettir."20
   "Allâh'ı tanı, karşında bulursun. Bolluk zamanında O'nu an, darlığa düşünce sana yardım eder."21

    ___________
   1.bk.s.28-55
   2.İbn Sa'd, et-Tabakâtu'l-Kübrâ 1,400
   3.a.e, 1,400
   4.a.e, 1,401
   5.a.e, 1,401
   6.a.e, 1,404
   7.a.e,l,405
   8.Kadı lyâd, eş-Şifâ, 1,188 (Bezzâr'dan)
   9.İbn Mâce, Zühd, 4105
   10.İbn Mâce, Zühd, 4106
   11.el-Ahzâb, 33/28-29
   12.eş-Şifâ, II, 282
   13.Heysemî, Mecmau'z-zevâit, IX, 192
   14.el- Luma, 134; Ebû Dâvûd, İmâre 35
   15.Tirmizî, Büyû 7; İbn Mâce, Zühd 10
   16.Müslim, Zekât 35
   17.Asr-ı Saâdet, II, 90
   18.Buhârî, Libas 12
   19.Asr-ı Saâdet, Ü, 79
   20.Ibn Mâce, Zühd, 4101
   21.İbnHanbel, I, 307

 

ZÜHD DÖNEMİ
..:: 2 ::..

   2. Ashâb-ı Kirâm'ın Zühdî Hayâtı
   
Tasavvufun temelini teşkil eden Allâh Rasûlü'nün ve ashâbının zühdî hayâtının esasları, daha çok kılık kıyafet, yeme-içme, barınma mekânı gibi dünyâ nîmetlerine değer vermemek; zikir ve nâfile ibâdetle meşgul olmak, ibâdet ve tefekkür için tenha yerleri tercîh etmek, Allâh'a karşı bir teslîmiyet ve tevekkül içinde olmak şeklindeki rûhânî ve mânevî fiillerle tevhîd konusundaki sözler ve duygulardan oluşmaktadır. Tasavvufun esası sayılan zühd, takvâ ve rûhânî hayâtın 'Hz.Peygamber'in hayâtında' özellikle yakın çevresindeki sahâbîlerde derin izler bıraktığı bilinmektedir. Nitekim sûfî tabakât kitaplarından Ebû Nuaym İsfahânî'nin Hilyetü'l-evliyâ adlı eseriyle İbnu'l-Cevzî'nin Sıfatu's-saf-ve'si ve Şârânî'nin et-Tabakâtu'1-Kübrâ'sı sahâbe içinde zühdî yaşayışı ile tanınan büyük sahâbîlere ve suffe ashâbına yer vermektedir. İlk tasavvuf klasiği sayılan el-Luma' ise Allâh Rasûlü'nün örnek zühdî yaşantısını verdikten sonra hulefâ-i râşidînin husûsîyetlerini ayrı ayrı zikretmekte ve arkasından önce ashâb-ı suffeyi, sonra da diğer sahâbîleri zühd özellikleriyle anlatmaktadır.
   Ebû Nasr Serrâc'ın (ö.378/988) muasırı olan klasik tasavvuf müelliflerinden Ebû Bekir Kelâbâzî (ö.380/990) ise eserinde sahâbeden sûfîyâne vecd hâlleri anlatılan, söz ve fiilleriyle bu hayâtı tasvir edenlerin Hz. Ali ile oğullan Hasan ve Hüseyin olduğunu ve bu işin ehl-i beyt imamlarından Ali b. Hüseyn Zeynelâbidîn, Muhammed Bakır ve Ca'fer Sâdık ile devam ettiğini anlatır, fakat bunların hayâtlarına, söz ve fiillerine dâir bilgi vermez. Tasavvuf tabakâtı müelliflerinin ilklerinden sayılan Ebû Nuaym İsfahânî ise Hılye-tü'l Evliyâ adlı eserinde asr-ı saâdetteki tasavvufî unsurları anlatırken zâhid sahâbîlerden, hulefâ-i râşidîn ve aşere-i mübeşşereden başlayarak, 46 kadar sahabî saymaktadır. Arkasından ashâb-ı suffeden 85 sahâbîye ayırdığı bölümle bu sayıyı öncekilerle 131'e çıkarmaktadır. Bunların ardından Hasan ve Hüseyin ile kadın zâhid sahâbîlere yer vermektedir.22
   Hilyetü'I Evliyâ'yı bir bakıma özetlemiş bulunan İbnu'l-Cevzî ise Sıfatü's Safve'sinde aşere-i mübeşşere dâhil toplam 123 erkek ve 32 kadın zâhid sahâbîyi anlatır.23
   Hucvirî (ö.470/1077) dört büyük halîfeden sonra ehl-i beyt imamları Hasan, Hüseyin, Zeynelâbidîn, Muhammed Bakır, Cafer Sâdık ile ashâb-ı suffeden 22 kişinin hayâtlarını anlatır.
   Muahhar kaynaklardan Şa'rânî'nin (ö.973/1565) tabakâtında aşere-i mübeşşereden başka 14 sahâbîye,24 Münâvî'nin (ö.1031/1622) el-Kevakibü'd Dürriyye'sinde hulefâ-i Râşidînden sonra alfabetik sırayla 35 sahâbîye yer verilmiştir.25 Bütün bunlar, tasavvuf târihi müelliflerinin, tasavvufî hayâtın menşeinin, ashâbın hayâtında var olduğunu gösteren delilleridir. Sülemî ve Kuşeyrî gibi Bâzı tabakât müellifleri, eserlerine hicrî ikinci asır sûfîlerinden başladıkları için, sahâbîlere yer vermemişlerdir. Sülemî sahâbenin zühdünü bugün elimizde olmayan Kitâbu'z-zühd adlı eserinde yazdığını söylemektedir.26
   
   
a ) Hz. Ebû Bekir (r.a.)
   Sünnî tasavvuf telakkisinde Hz. Ebû Bekir, zühd ve verâı ile tasavvufî hayâtın ashâb içindeki öncülerinden sayılır. Nitekim Ebû Bekir Vâsıtî: "Bu ümmet içinde sûfîyâne sözler ilk defa Hz. Ebû Bekir'in dilinden dökülmüştür." diyerek onun Allâh Rasûlü'ne malının tamamını getirdiğinde: "Çoluk çocuğuna ne bıraktın?" sorusuna: "Allâh'ı ve Rasûlünü" cevâbına işâret etmektedir.27
   Şüphelilerden sakınma konusunda gösterdiği titizlik, ondaki verâ duygusunun tezahürü olduğu gibi, tasavvuftaki "helal lokma" inceliğinin de esasıdır. Nitekim kendisine ikrâm edilen bir sütün şüpheli veya helal olmadığını öğrenince boğazına soktuğu parmağıyla onu çıkarmış ve "Eğer bu lokmalar canım çıkmadıkça çıkmayacak olsaydı, onu da göze alırdım." demişti.
   Ma'rifet-i ilâhiyye konusunda söz söyleyen ve Allâh Rasûlü ile bu konuda söyleşen ve bu söyleşi Ömer gibi büyük sahâbîlere bile ağır gelen Ebû Bekir şöyle konuşurdu: "Ma'rifetine, ma'rifetini tanıyamamaktan başka yol bırakmayan Allâh'ı teşbih ederim." "Kim mârifetin hâlisinden bir şey tadarsa, bu zevk onu Allâh'tan gayri herşeyden alıkoymaya kâfidir."
   Cömertliği takvâda, zenginliği tam inançta, şerefi alçak gönüllülükte bulduğunu söylerdi. Selmân-ı Fârisî'ye: "Yâ Selmân, Allâh'ın emirlerini tut. İleride büyük fetihler olacak, senin payına ne düşecek bilemem ama yiyip içecek ve sırtına giyecekten fazla olmasın." diye nasihat ettiği gibi, Abdurrahman bin Avf'a da: "Gelecekte dünyânın genişleyeceğini, bolluğa kavuşacağını görüyorum. Bolluk zamanında ipek perdeler, atlas yastıklar kullananlar çıkacak. Sizden birinizin boynunun vurulması, dünyâya dalmasından daha iyidir." diye öğüt verirdi.
   
   
b) Hz. Ömer (r.a.)
   Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, hakkında: "Her ümmetin ilhama mazhar (muhaddes) kişileri vardır. Bu ümmetin muhaddesi Ömer'dir."28 buyurarak övdüğü ve: "Hakk Ömer'in dilinden konuşuyor."29 hadîsiyle yücelttiği, hayâtı boyunca asla dünyâya değer vermeyen Hz. Ömer (r.a.), hâlife olduğu zaman bile üstünde oniki yaması bulunan bir hırka ile halka imamlık yapmıştır. Dünyâya meylederek yüksek ve süslü evler yapanları uyaran Hz. Ömer, dünyâyı bir çöplük gibi görürdü. Nitekim yol üzerindeki bir çöplüğün kenarına dikilerek: "İşte can u gönülden bağlandığınız dünyâ bu çöplük gibidir." demişti. Bir gün yolda elinde etle Câbir bin Abdullah'ı gören Hz. Ömer: "Siz komşu ve akraba doyuracağınıza, kendi midenizi doyurmak mı istiyorsunuz?" diye çıkışmıştı.
   İran kisrâsının tahtı ve ganîmet malları Medîne'ye getirildiğinde: "Tükettiniz dünyâ hayâtındaki güzel nîmetlerinizi, onlardan yararlanıp sürdünüz safânızı; burası için hiçbir şey bırakmadınız, artık bugün horlayıcı azâbla cezalandırılacaksınız."30 âyetini okuyup ağlamıştı.
   Oğlu Abdullah'ın odasına girdiğinde et yediğini görünce: "Sen her canının çektiğini yiyor musun? Bilmez misin ki, insanın canının çektiği herşeyi yemesi israf, israf ise haramdır." diye çıkışmıştı.
   Hz. Ömer'in hâlifeliği sırasında Tûr sûresini okuyan güzel sesli birini duyduğu; bu okuyuştan etkilenerek hastalanıp bir ay kadar evinden dışarı çıkamadığı ve sahâbîlerin kendisini ziyarete geldiği nakledilir.
   Hâlifeliği zamanında pekçok köleleri bulunmasına rağmen, sırtına yüklendiği odun destesini taşır ve "Niye bunu adamlarına taşıtmıyorsun?" diyenlere "Nefsimi denemek ve onu ıslah etmek istiyorum." cevâbını verirdi. Onun bu sözleri tasavvuf erbâbının nefs mücâhedesine örneklik teşkil edebilecek özelliktedir. Nefsinin, mala ve mevkîye güvenmesine fırsat vermezdi. Temkin ehliydi. Bu yüzden Cenâb-ı Hakk'a münâcâtı sırasında: "Allâh'ım, sana yakın olup mekrine düşmemi mi, yoksa vaslınla senden kesilmemi mi murad edersin? Hayır hayır, en güzeli temkin." derdi.

    c ) Hz. Osman (r.a.)
   Hz. Osman(r.a.) Kur'ân okumaya düşkünlüğü, ağlaması, sehâveti, gece ibâdeti, hayâsı ve sabrı sebebiyle sûfîlere örnek olmuştu. Harama bakan bir gence: "Ben senin gözünde zinâ eseri görüyorum." diyerek basîretinin keskinliği ve firâsetini hissettirmişti. Allâh elçisine en sıkıntılı zamanlarında servetiyle destek olmuştu. Özellikle "Ceyşu'l-usra" diye bilinen Tebuk savaşında orduyu teçhiz etmek üzere ticaret kervanını bütün develeriyle birlikte infak ederek orduyu donatması ve "Bi'ru'r-Rûme" denilen bir kuyuyu sâhibinden satın alıp ümmetin istifâdesine sunmasıyla malını İslâm'a hizmet için tuttuğunu göstermiştir. Meleklerin bile kendisine imrendiği yüksek bir hayâ duygusuna sâhipti.
   Hz. Osman: "Hayrı dört şeyde buldum:
   1) Nâfilelerle muhabbet-i ilâhiyeye varmak,
   2) Allâh'ın ahkâmını icrâda sabretmek,
   3) Takdir-i ilâhiyeye rızâ göstermek,
   4) Nazar-ı ilâhîden haya." diye konuşurdu.31

    ___________
   22.bk. 1,28-400; 11,3-78
   23.1,235-773; 11,7-75
   24.bk. 1,14-24
   25.1,23-71
   26.bk. Tabakâtu's-sûfiyye, s. 3
   27.bk. el-Luma, 168-169
  
28.Buharı, Fezâil, 16
   29.Ebû Dâvûd, İmâre 18; Tirmizî, Menâkıb 17
   30.el-Ahkâf, 46/20
   31.bk. el-Luma,s. 178

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol