ZÜHD DÖNEMİ ..:: 1 ::..
I. Zühd Dönemi: Bu dönem Asr-ı saâdetle başlayan, tabiîn ve tebe-i tabiîn devrini ve ilk iki asrı içine alan, tasavvuf kavramının zuhûruna kadar olan dönemdir. II. Tasavvuf Dönemi: Sûfî ve tasavvuf kavramlarının kullanılmaya ve ilk sûfî adlarının duyulmaya başladığı hicrî II. asrın sonundan, tarîkatların zuhur ettiği devre kadar olan üç, üç-buçuk asırlık bir dönemdir. Tasavvuf bu dönemde ortaya çıkmış, müessese hâline gelmiş ve Cüneyd, Bâyezid, Nûri, Hallaç, Ebû Nasr es-Serrâc ve Gazzâlî gibi büyük sûfî ve mutasavvıflar bu dönemde yetişmiştir. III. Tarîkat Dönemi: Tasavvuf müesseselerinin en güçlüsü olan tarîkatların ortaya çıkarak sosyal hayâtın bir parçası hâline geldiği hicrî VI. milâdî XI. asırdan başlayarak, tasavvufî tefekkürün İbn Arabî gibi büyük temsilcilerinin yetiştiği; zaman zaman medrese-tekke çatışmalarının gündeme geldiği, şiir ve edebiyatta en değerli tasavvufî mahsullerin verildiği, günümüze kadar devam eden dönemdir.
1. Hz.Peygamber (s.a.s.)'in Hayâtında Zühd
___________ 1.bk.s.28-55 2.İbn Sa'd, et-Tabakâtu'l-Kübrâ 1,400 3.a.e, 1,400 4.a.e, 1,401 5.a.e, 1,401 6.a.e, 1,404 7.a.e,l,405 8.Kadı lyâd, eş-Şifâ, 1,188 (Bezzâr'dan) 9.İbn Mâce, Zühd, 4105 10.İbn Mâce, Zühd, 4106 11.el-Ahzâb, 33/28-29 12.eş-Şifâ, II, 282 13.Heysemî, Mecmau'z-zevâit, IX, 192 14.el- Luma, 134; Ebû Dâvûd, İmâre 35 15.Tirmizî, Büyû 7; İbn Mâce, Zühd 10 16.Müslim, Zekât 35 17.Asr-ı Saâdet, II, 90 18.Buhârî, Libas 12 19.Asr-ı Saâdet, Ü, 79 20.Ibn Mâce, Zühd, 4101 21.İbnHanbel, I, 307
ZÜHD DÖNEMİ ..:: 2 ::..
2. Ashâb-ı Kirâm'ın Zühdî Hayâtı Tasavvufun temelini teşkil eden Allâh Rasûlü'nün ve ashâbının zühdî hayâtının esasları, daha çok kılık kıyafet, yeme-içme, barınma mekânı gibi dünyâ nîmetlerine değer vermemek; zikir ve nâfile ibâdetle meşgul olmak, ibâdet ve tefekkür için tenha yerleri tercîh etmek, Allâh'a karşı bir teslîmiyet ve tevekkül içinde olmak şeklindeki rûhânî ve mânevî fiillerle tevhîd konusundaki sözler ve duygulardan oluşmaktadır. Tasavvufun esası sayılan zühd, takvâ ve rûhânî hayâtın 'Hz.Peygamber'in hayâtında' özellikle yakın çevresindeki sahâbîlerde derin izler bıraktığı bilinmektedir. Nitekim sûfî tabakât kitaplarından Ebû Nuaym İsfahânî'nin Hilyetü'l-evliyâ adlı eseriyle İbnu'l-Cevzî'nin Sıfatu's-saf-ve'si ve Şârânî'nin et-Tabakâtu'1-Kübrâ'sı sahâbe içinde zühdî yaşayışı ile tanınan büyük sahâbîlere ve suffe ashâbına yer vermektedir. İlk tasavvuf klasiği sayılan el-Luma' ise Allâh Rasûlü'nün örnek zühdî yaşantısını verdikten sonra hulefâ-i râşidînin husûsîyetlerini ayrı ayrı zikretmekte ve arkasından önce ashâb-ı suffeyi, sonra da diğer sahâbîleri zühd özellikleriyle anlatmaktadır. Ebû Nasr Serrâc'ın (ö.378/988) muasırı olan klasik tasavvuf müelliflerinden Ebû Bekir Kelâbâzî (ö.380/990) ise eserinde sahâbeden sûfîyâne vecd hâlleri anlatılan, söz ve fiilleriyle bu hayâtı tasvir edenlerin Hz. Ali ile oğullan Hasan ve Hüseyin olduğunu ve bu işin ehl-i beyt imamlarından Ali b. Hüseyn Zeynelâbidîn, Muhammed Bakır ve Ca'fer Sâdık ile devam ettiğini anlatır, fakat bunların hayâtlarına, söz ve fiillerine dâir bilgi vermez. Tasavvuf tabakâtı müelliflerinin ilklerinden sayılan Ebû Nuaym İsfahânî ise Hılye-tü'l Evliyâ adlı eserinde asr-ı saâdetteki tasavvufî unsurları anlatırken zâhid sahâbîlerden, hulefâ-i râşidîn ve aşere-i mübeşşereden başlayarak, 46 kadar sahabî saymaktadır. Arkasından ashâb-ı suffeden 85 sahâbîye ayırdığı bölümle bu sayıyı öncekilerle 131'e çıkarmaktadır. Bunların ardından Hasan ve Hüseyin ile kadın zâhid sahâbîlere yer vermektedir.22 Hilyetü'I Evliyâ'yı bir bakıma özetlemiş bulunan İbnu'l-Cevzî ise Sıfatü's Safve'sinde aşere-i mübeşşere dâhil toplam 123 erkek ve 32 kadın zâhid sahâbîyi anlatır.23 Hucvirî (ö.470/1077) dört büyük halîfeden sonra ehl-i beyt imamları Hasan, Hüseyin, Zeynelâbidîn, Muhammed Bakır, Cafer Sâdık ile ashâb-ı suffeden 22 kişinin hayâtlarını anlatır. Muahhar kaynaklardan Şa'rânî'nin (ö.973/1565) tabakâtında aşere-i mübeşşereden başka 14 sahâbîye,24 Münâvî'nin (ö.1031/1622) el-Kevakibü'd Dürriyye'sinde hulefâ-i Râşidînden sonra alfabetik sırayla 35 sahâbîye yer verilmiştir.25 Bütün bunlar, tasavvuf târihi müelliflerinin, tasavvufî hayâtın menşeinin, ashâbın hayâtında var olduğunu gösteren delilleridir. Sülemî ve Kuşeyrî gibi Bâzı tabakât müellifleri, eserlerine hicrî ikinci asır sûfîlerinden başladıkları için, sahâbîlere yer vermemişlerdir. Sülemî sahâbenin zühdünü bugün elimizde olmayan Kitâbu'z-zühd adlı eserinde yazdığını söylemektedir.26 a ) Hz. Ebû Bekir (r.a.) Sünnî tasavvuf telakkisinde Hz. Ebû Bekir, zühd ve verâı ile tasavvufî hayâtın ashâb içindeki öncülerinden sayılır. Nitekim Ebû Bekir Vâsıtî: "Bu ümmet içinde sûfîyâne sözler ilk defa Hz. Ebû Bekir'in dilinden dökülmüştür." diyerek onun Allâh Rasûlü'ne malının tamamını getirdiğinde: "Çoluk çocuğuna ne bıraktın?" sorusuna: "Allâh'ı ve Rasûlünü" cevâbına işâret etmektedir.27 Şüphelilerden sakınma konusunda gösterdiği titizlik, ondaki verâ duygusunun tezahürü olduğu gibi, tasavvuftaki "helal lokma" inceliğinin de esasıdır. Nitekim kendisine ikrâm edilen bir sütün şüpheli veya helal olmadığını öğrenince boğazına soktuğu parmağıyla onu çıkarmış ve "Eğer bu lokmalar canım çıkmadıkça çıkmayacak olsaydı, onu da göze alırdım." demişti. Ma'rifet-i ilâhiyye konusunda söz söyleyen ve Allâh Rasûlü ile bu konuda söyleşen ve bu söyleşi Ömer gibi büyük sahâbîlere bile ağır gelen Ebû Bekir şöyle konuşurdu: "Ma'rifetine, ma'rifetini tanıyamamaktan başka yol bırakmayan Allâh'ı teşbih ederim." "Kim mârifetin hâlisinden bir şey tadarsa, bu zevk onu Allâh'tan gayri herşeyden alıkoymaya kâfidir." Cömertliği takvâda, zenginliği tam inançta, şerefi alçak gönüllülükte bulduğunu söylerdi. Selmân-ı Fârisî'ye: "Yâ Selmân, Allâh'ın emirlerini tut. İleride büyük fetihler olacak, senin payına ne düşecek bilemem ama yiyip içecek ve sırtına giyecekten fazla olmasın." diye nasihat ettiği gibi, Abdurrahman bin Avf'a da: "Gelecekte dünyânın genişleyeceğini, bolluğa kavuşacağını görüyorum. Bolluk zamanında ipek perdeler, atlas yastıklar kullananlar çıkacak. Sizden birinizin boynunun vurulması, dünyâya dalmasından daha iyidir." diye öğüt verirdi. b) Hz. Ömer (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, hakkında: "Her ümmetin ilhama mazhar (muhaddes) kişileri vardır. Bu ümmetin muhaddesi Ömer'dir."28 buyurarak övdüğü ve: "Hakk Ömer'in dilinden konuşuyor."29 hadîsiyle yücelttiği, hayâtı boyunca asla dünyâya değer vermeyen Hz. Ömer (r.a.), hâlife olduğu zaman bile üstünde oniki yaması bulunan bir hırka ile halka imamlık yapmıştır. Dünyâya meylederek yüksek ve süslü evler yapanları uyaran Hz. Ömer, dünyâyı bir çöplük gibi görürdü. Nitekim yol üzerindeki bir çöplüğün kenarına dikilerek: "İşte can u gönülden bağlandığınız dünyâ bu çöplük gibidir." demişti. Bir gün yolda elinde etle Câbir bin Abdullah'ı gören Hz. Ömer: "Siz komşu ve akraba doyuracağınıza, kendi midenizi doyurmak mı istiyorsunuz?" diye çıkışmıştı. İran kisrâsının tahtı ve ganîmet malları Medîne'ye getirildiğinde: "Tükettiniz dünyâ hayâtındaki güzel nîmetlerinizi, onlardan yararlanıp sürdünüz safânızı; burası için hiçbir şey bırakmadınız, artık bugün horlayıcı azâbla cezalandırılacaksınız."30 âyetini okuyup ağlamıştı. Oğlu Abdullah'ın odasına girdiğinde et yediğini görünce: "Sen her canının çektiğini yiyor musun? Bilmez misin ki, insanın canının çektiği herşeyi yemesi israf, israf ise haramdır." diye çıkışmıştı. Hz. Ömer'in hâlifeliği sırasında Tûr sûresini okuyan güzel sesli birini duyduğu; bu okuyuştan etkilenerek hastalanıp bir ay kadar evinden dışarı çıkamadığı ve sahâbîlerin kendisini ziyarete geldiği nakledilir. Hâlifeliği zamanında pekçok köleleri bulunmasına rağmen, sırtına yüklendiği odun destesini taşır ve "Niye bunu adamlarına taşıtmıyorsun?" diyenlere "Nefsimi denemek ve onu ıslah etmek istiyorum." cevâbını verirdi. Onun bu sözleri tasavvuf erbâbının nefs mücâhedesine örneklik teşkil edebilecek özelliktedir. Nefsinin, mala ve mevkîye güvenmesine fırsat vermezdi. Temkin ehliydi. Bu yüzden Cenâb-ı Hakk'a münâcâtı sırasında: "Allâh'ım, sana yakın olup mekrine düşmemi mi, yoksa vaslınla senden kesilmemi mi murad edersin? Hayır hayır, en güzeli temkin." derdi. c ) Hz. Osman (r.a.) Hz. Osman(r.a.) Kur'ân okumaya düşkünlüğü, ağlaması, sehâveti, gece ibâdeti, hayâsı ve sabrı sebebiyle sûfîlere örnek olmuştu. Harama bakan bir gence: "Ben senin gözünde zinâ eseri görüyorum." diyerek basîretinin keskinliği ve firâsetini hissettirmişti. Allâh elçisine en sıkıntılı zamanlarında servetiyle destek olmuştu. Özellikle "Ceyşu'l-usra" diye bilinen Tebuk savaşında orduyu teçhiz etmek üzere ticaret kervanını bütün develeriyle birlikte infak ederek orduyu donatması ve "Bi'ru'r-Rûme" denilen bir kuyuyu sâhibinden satın alıp ümmetin istifâdesine sunmasıyla malını İslâm'a hizmet için tuttuğunu göstermiştir. Meleklerin bile kendisine imrendiği yüksek bir hayâ duygusuna sâhipti. Hz. Osman: "Hayrı dört şeyde buldum: 1) Nâfilelerle muhabbet-i ilâhiyeye varmak, 2) Allâh'ın ahkâmını icrâda sabretmek, 3) Takdir-i ilâhiyeye rızâ göstermek, 4) Nazar-ı ilâhîden haya." diye konuşurdu.31
___________ 22.bk. 1,28-400; 11,3-78 23.1,235-773; 11,7-75 24.bk. 1,14-24 25.1,23-71 26.bk. Tabakâtu's-sûfiyye, s. 3 27.bk. el-Luma, 168-169 28.Buharı, Fezâil, 16 29.Ebû Dâvûd, İmâre 18; Tirmizî, Menâkıb 17 30.el-Ahkâf, 46/20 31.bk. el-Luma,s. 178