Namazlarda niyet de şarttır. Şöyle ki: Niyet aslen
bir azimden ve kesin bir iradeden ibarettir. Kalbin bir şeye karar
vermesi ve bir işin ne için yapıldığını düşünmeksizin bilmesi demektir.
Namazla ilgili niyet, Yüce Allah'ın rızası için ihlasla namazı
kılmayı istemek ve hangi namazın kılınacağını bilmektir. Yapılan işlerin
önemleri ve sevapları niyetlere göredir. İnsanın niyeti halis (sırf
Allah rızası için) olmalıdır. İnsan yapacağı bir ibadeti şuurlu bir
halde yapmalıdır. Yapacağı işle, Allah rızası gibi, yüksek bir gaye
gözetmeli ve gaflet içinde bulunmamalıdır.
Niyet kalbe aittir. Bununla beraber kalp ile niyet
yapıldıktan sonra dil ile de söylenmesi daha iyidir. Bir insan
başlayacağı bir namaza, kalp ile niyet edip de dili ile bir şey
söylemese, o namazı caiz olur. Fakat kalp ile niyet etmekle beraber "şu
vaktin farzını veya sünnetini kılmaya niyet ettim" demesi, daha iyidir.
Bu şekilde, hem kalp, hem de dil ile niyet edilmesi, sahih olan görüşe
göre müstehabdır. Kalben niyet olmaksızın dil ile yapılan niyet sahih
değildir.
Farz namazlarla bayram ve vitir namazlarından
bunları yerine getirirken hangi vakitler olduğunu belirlemek gerekir:
"Bugünkü sabah namazına" veya "Bugünkü cuma namazına, bugünkü vitir
namazına, bugünkü bayram namazına" diye niyet edilir. Yalnız farz namaza
niyet etmek yeterli değildir. Böyle bir niyetle farz namazları tayin
edilmiş olmaz. Fakat hangi namaz olduğu belirlenmeksizin vakit içinde:
"Bu vaktin farzını kılmaya" diye niyet edilmesi kafi gelir. Rekatların
sayısını anmaya gerek yoktur. Yalnız cuma namazı böyle değildir; onu
vaktin farzı niyeti ile kılmak olmaz; çünkü asıl vakit öğlenindir,
cumanın değildir.
Nafile namazlara gelince: Bunlarda sadece namaza
niyet etmek kafidir. Fakat şu vaktin ilk sünnetine veya son sünnetine
niyet ettim, diye de kılınırlar. Bu namazların müekked veya gayri
müekked olduklarını belirlemeye de gerek yoktur. Ancak teravih namazı
için: "Teravih namazını veya vaktin sünnetini kılmaya niyet ettim"
demelidir, ihtiyat olan budur.
Cemaate yetişip de, imamın farzı mı, yoksa
teravihi mi kıldığını bilmeyen kimse, farza niyet ederek imama uyar.
Eğer imam farzı kılıyordu ise, uyanın da farzı sahih olur. Eğer imam
teravih namazını kılıyordu ise, ona uyan o kimsenin namazı nafile yerine
geçer. Yatsı namazından önce teravih kılınamayacağı için, teravih yerine
geçmez.
Niyetin Tekbir alma zamanına yakın olması daha
faziletlidir. Daha önce de niyet edilebilir; yeter ki, niyet ile tekbir
arasında namaza aykırı bir hal bulunmuş olmasın.
Örnek: Bir kimse abdest alırken herhangi bir namazı kılmaya niyet etse,
sonra namaza aykırı düşen yiyip içmek ve konuşmak gibi bir işte
bulunmadan namaz yerine varıp namaza başlasa sahih olur. Bu arada
hatırına o niyet gelmese dahi yine namazı sahih olur. Fakat tekbirden
sonra yapılacak bir niyet ile namaz sahih olmaz. Tercih edilen görüş
budur. Diğer bir görüşe göre, tekbir aldıktan sonra, Sübhaneke ve
Eüzü'den önce yapılacak niyetle de namaz caiz olur. (İmam Şafiî'ye göre,
niyetin tekbire yakın yapılması şarttır.)
Farz namaz yerine getirilirken kazayı niyet etmek, kaza namazı
kılınırken farza niyet etmek suretiyle namaz caiz olur. Örnek: Bir kimse
öğle namazının vakti çıkmamıştır inancı ile öğlenin farzını yerine
getirmeye niyet etse ve namazı tamamladıktan sonra öğle vaktinin çıkmış
bulunduğunu anlasa, farza niyet ederek kılmış olduğu namaz kaza yerine
geçer.
Bir kimse öğle gibi vakit içinde hem öğle, hem de
ikindi namazına niyet etse, bu niyet vakti girmiş olan namaz için
geçerli olur. Vakti girmemiş olan namaz buna engel olmaz.
Bir kimse, bir vaktin farzına niyet ederek namaza başlayıp da
sonra nafile kılıyormuş gibi bir zanla namazı tamamlasa, bu namazı o
farzdan sayılır. Çünkü namazın sonuna kadar niyetin hatırlanması şart
değildir.
Bir kimse nafileye niyet ederek tekbir aldıktan
sonra farza niyet ederek tekrar tekbir alsa, farz namaza başlamış olur.
Aksi de böyledir.
Yine bir kimse öğle namazının farzına niyet ederek bir rekat kıldıktan
sonra, ikindi namazının farzına veya bir nafile namaza niyet ederek
tekrar tekbir alsa, öğle namazını bozmuş olur ve ikinci niyete göre
namaza başlamış sayılır.
Cemaat halinde imama uyulduğu zaman da niyet
edilmesi lâzımdır. "Bugünkü öğle namazının farzını kılmaya niyet ettim;
uydum bu imama" denir. Bu şekilde bir niyet yapılmazsa, imama uymak
sahih olmaz.
Bir kimse namaza tek başına başlamışken imama
uymaya niyet ederek diliyle tekrar tekbir alsa önceki namazını bozmuş ve
imama uymuş olur.
İmama uyan kimsenin kılacağı namazı belirtmeksizin
yalnız: "İmama uydum" veya "iktida ettim" diye niyet etmesi, üstün
tutulan görüşe göre yeterli değildir. "İmamla beraber namaz kılmaya
niyet ettim" denilmesi de böyledir.
Bir kimse imama uymaya niyet edip namaza başladığı
halde imam henüz namaza başlamamış bulunsa bu uyuş, sahih olmamış olur.
Hatta "Allah" veya "Ekber" kelimesini imam daha bitirmeden kendisi
bitirse yine imama uymuş olmaz. Fakat ikinci kere olarak tekbir alsa
bununla imama uymuş olur.
Cemaatin imama uymaya niyeti, imam "Allahu Ekber"
deyip namaza başlamasından sonra olmalıdır ki, bir namaz kılana uyulmuş
olsun ve imamdan önce tekbir alınmış olmak ihtimali kalmasın. Bu, İmam
Ebû Yusuf ile İmam Muhammed'in görüşüdür. İmam Azam'a göre, cemaatin
tekbirleri imamın tekbirine yakın olmalıdır; çünkü bunda ibadete acele
etme fazileti vardır. O halde niyetin önce olması gerekir. Bununla
beraber imam, daha Fatiha suresini bitirmeden tekbir alıp imama uyan
kimse, iftitah (başlangıç) tekbirinin sevabına kavuşmuş olur.
Kendisine uyulan imamın kim olduğunu bilmek
gerekmez. Hasan olduğu sanılan imamın, Bekir olduğu anlaşılsa, yapılan
imama uyma niyetine bir engel teşkil etmez. Ancak Hasan'a uydum diye
tayinde bulunarak niyet edildiği halde, imamın başkası olduğu anlaşılsa,
iktida (imama uyma) sahih olmamış olur; çünkü bu kayda bağlanmış bir
niyettir.
İmam olan şahsın, imamete niyet etmesi gerekmez.
Ancak kadınların da kendisine uymalarının sahih olabilmesi için imamete
niyet etmesi gerekir. Bunun için bir imam: "Ene imamun limen tebianî =
Ben bana uyanlara imamım" diye niyet etse, kendisine kadınlar da
uyabilirler. İmamet bahsine bakılsın.
Kaynak: Büyük İslam İlmihâli, Ömer Nasuhi Bilmen |